Yirmi bir yılı aşkın bir süredir devam eden Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar döneminde çoğu kurum ve kavram gibi devlet anlayışının da bu işlere aklı eren benim gibi birçok ‘yurtsever/vatansever’ insan gibi zedelenmiş olduğu kanısındayım. Devletin ana işlevleri olan adalet, güvenlik ve savunmayı dahi tam anlamıyla yerine getiremez hale getirildiğini söylersem de asla şu an devleti yönetenlere büyük ölçüde haksızlık etmediğimi düşünüyorum. Yargı; bugün itibarıyla esasen fiili anlamda yürütmenin emrindedir. Hal böyle olunca tüm muhalifleri yani karşıtları, Cumhuriyet ilkelerini, kazanımlarını koruyanları cezalandırıcı araç olarak kullanılır hale gelmemiş midir? Bence çoktan gelmiştir.  Bence o nedenlerdir ki, toplumun güven ve huzuru bir türlü gerçek anlamda emniyet altına alınamamış, şiddet, tecavüz, gasp türünden olaylar dolayısıyla suçlar artmış, sınırlarımız gereği gibi korunamadığından düzensiz biçimde ilticalarla ülke adeta göçmen uğramıştır. Devletimiz anayasal düzene dayalı, laik, demokratik sosyal bir hukuk devlet olma niteliğinden, teokrasinin hüküm sürdüğü totaliter unsurlar taşıyan bir ideolojiyi, yani siyasal İslam’ı, toplumsal ve bireysel faaliyetler üzerinde baskı unsuruna dönüştüren, tekçi bir siyasal anlayışla tek bir kişinin iradesini, siyasal ve toplumsal karar merkezi haline getirmeye yönelik biçimde, hukukun üstünlüğü ile kendini bağlı saymayan bir devlete dönüştürme çabaları epeyce yoğunlaşmış durumdadır…

Devlet; hizmet sağlayan, kamu düzenini bireylerini haklarını koruyan, Jean Jack Rousseau tanımıyla ‘vatandaşlarına refah sağlamayı amaçlayan’ ve de Proudhon düşünsel katkısıyla ‘bireylerin tüm haklarını kullanmasını yararlanmasına olanak veren’ sosyal bir kurumdur. Sosyal hukuk devleti, hukukun üstünlüğü gücüne bağlı, yasalar karşısında vatandaşların eşitliğini koruyan, adalet, güvenlik, savunma gibi klasik devlet görevleri ötesinde toplumsal eşitsizlikleri azaltma amacıyla iktisadi ve toplumsal yaşama etkin şekilde katılan devlettir. Devlet, Jean Jack Rousseau katkısıyla, vatandaşların beslenme, barınma gibi temel fiziki ihtiyaçlarını karşılamasına hizmetin ötesinde, eğitim, sağlık gereksinimi de karşılayan refah yani ‘GÖNENÇ DEVLETİ’ olmalıdır. Devletimiz, ne yazıktır ki, 1950 ile başlayan süreçte yani çok partili siyasal dönemde, hukukun üstünlüğü, vatandaşın haklarının eşitsizliğin giderilmesi yönünde ileriye değil, gerilemeye yönelik adımlar atılmıştır. Yaklaşık 22 yıllık AK Parti iktidarı döneminde de bu bahsettiğim ‘DEVLET YAPISI’ iyiden iyiye epeyce yıpranmış, bozulacağı kadar bozulmuştur, ne yazık ki!..

Gerileme sözcük anlamıyla geriye gidiştir, Siyasal anlamıyla ifade etmek gerekirse ‘GERİLEME’ cumhuriyeti bir türlü içselleştirememiş bir kesimin tepkisi, devrim sözcüğüne bir türlü ilişkilendirilememiş/iliştirilmemektedir. Bozulmuş hatta yolsuzluklarla yozlaşmış bir yapıyı, bir fetret dönemini bana kalırsa acilen yeniden düzeltmek, restore etmek gerekir. Devlet; sosyal hukuk refah devletine olabildiğince çabuk dönüşmeli, dönüştürülmelidir. Yönlendirici aksamalara müdahale edici olarak değil, üretici olarak da etkin görev alınması gerekir. Devlet, vatandaşın barınma, beslenme, sağlık, eğitim ihtiyaçlarını karşılamaktan başka özellikle savunma sanayisi ve enerji alanında temel üretici konumunda olmalıdır. Vergilere, kamu harcamasının amacına göre haklı görülebilir durumdadır. Bu sözünü ettiğim temel sorunu ancak Türkiye’ye daha önceki süreçlerde söylem ve icraatlarıyla itibar kazandırmış, yokluklar içinde kıvranan ülkemizi o günlerin koşullarında hızlı biçimde kalkınma sürecine sokmuş, halkçı, devrimci, devletçi karakteri ile mevcut siyasi yöneticiler tarafından günümüzde horlanan, küçümsenen, hatta kimi zaman hakarete uğrayan ‘eski Türkiye’nin artıkları’ denilen demokrat, devletçi, cumhuriyetçi, vicdan ve liyakat sahibi, adalet ilkesini gözetecek kadrolar çözebilir. Ben kesinlikle bunun böyle olacağına inanıyorum. KİM NE DERSE DESİN!..