BİZİ AKILCILIK YAŞATIR KADERCİLİK ÖLDÜRÜR!

Tam on gün önce yani 6 Şubat pazartesi günü Kahramanmaraş merkezli olarak yaşanan, iki büyük depremde, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Osmaniye, Adana, Diyarbakır, Malatya, Şanlıurfa ve Kilis de şu ana kadar açıklanan resmi verilere göre; 35 bin civarı insanımız yaşamlarının yitirirken, 120 bini aşkın kişi ise yaralandı, 13 binden fazla bina yıkıldı, on binlercesi ağır hasar gördü, kullanılamaz hale geldi..

Elbette bu sizlerle paylaştığım bilgiler an ben an sürekli biçimde güncellenmektedir. O yüzden kesin, kati bilgiler vermek şu an için mümkün değildir..

Depremde en fazla can kaybı Hatay ve Kahramanmaraş’ta yaşandı. Onların ardından en fazla can kaybının Adıyaman ve Gaziantep’te yaşandığı, deprem bölgesinde yer alan diğer illerde ise ölü yaralı ve hasarlı bina sayısının daha az olduğu öğrenildi. Bu kadar geniş bir alanda etki yaratan ve iki kere üst üste gerçekleşen şiddetli bir depreme bir devletin depremden sonra müdahale etmesi kolay bir iş değildir. Ancak depreme karşı önceden önlem alınmış olsaydı, devlet ve hükümet bu müdahaleyi çok daha kolay bir biçimde gerçekleştirebilirdi. Bu büyük doğal afeti, felaketi Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘KADER PLANI’ şeklinde açıklaması kanaatimce kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir. Bu depremin sonucunda oluşan can kaybı ve ağır hasar, ‘ilahi kader planının’ değil, bence hükümetlerin ve belediyelerin aymazlığı, umursamazlığı sonucu olan denetimsizliğinin, plansızlığının apaçık bir sonucudur!.

Bu noktada şunu hususu önemle belirtmem gerekiyor; Deprem felaketi elbette kaderdir ama depremin yol açtığı yıkımlar, ölümler, sönen ocaklar asla kader değildir!.

 

Birilerinin bu tür doğal felaketler yaşandığında hep ileri sürdüğü ‘kadercilik’ özellikle inançlı geçinen ama cahillikle fazlasıyla nasibini almış insanın miskinleşmesine, bir başka deyişle edilgen hale gelmesine, sorumluluktan kaçmasına, bu sayede farkında olmasa, olunmasa da kötülüklerin artmasına yol açar, açabilir. Kaderci insan (zaten kader dediği şeyi yani bu türden felaketleri kabullendiğinden dolayı) ortaya çıkan bu fiili durumu değiştirmek için pek fazla çaba göstermez, gösterse bile asgari de çaba gösterir, elde kalanı, mevcut olanı muhafaza etmeyi doğru bilir, uygular. Bilimi rehber edinmiş, bilgili, akılcılık içinde hareket eden devrimci/ilerici insan ise ufku daima geniş olduğu için olsa gerek sürekli olarak dünyayı değiştirmek için pozitif anlamda mücadele eder, daha iyi bir toplum ve devlet düzeninin sağlanması için mevcut ve fiili durumu değiştirmeye çabalar fırsatını, bulduğunda koşullar uygun olduğunda da değiştirir, insanlığın ilerlemesini ve gelişmesini daima amaçlar..

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1924 yılında Samsun’da yaptığı bir konuşmada, “En hakiki mürşit ilimdir, fendir” demiştir. Yani Atatürk  ‘yaşamın içinde en gerçek yol göstericinin bilim olduğunu’, o günlerde ifade etmiştir. Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1937 yılında yaptığı bir konuşmada ise aynı konuya dair şöyle konuşmuştur; “Bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi’nin programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette, bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan (düşünülen) kitapların doğmalarıyla (inançlarıyla) asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarımızı, gökten ve gaipten (görünmeyenden) değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

Atatürk’ün bu sözlerinin değeri aradan geçen 86 yılda bilinmiş ve de özümsenmiş olsaydı, ne bu depremde ne de daha öncekilerde bu denli büyük bir kayıplar, yıkımlar yaşanmazdı, diye düşünüyorum. Eğer Atatürk’ün bu sözleri dikkate alınsaydı; şehir ve yerleşim bölgesi planlamaları yapılırken, fay hatlarına yakın ovalık, sulak ve risk barındıran alanlarda imarlaşma izni veri verilmez, bu tür felaketler gerçekleşmez, deprem mevzuatına aykırı binaların yapılmasına izin verilmezdi. Tüm yapılar, inşaatlar etkin biçimde denetlenir, depreme dayanıksız binalar mevzuata uygun olarak güçlendirilirdi. Durum böyle olsaydı, örneğin bu tür afet, felaketlerle mücadele etmesi amacıyla devletçe kurulan AFAD gibi kuruluşların kadroları imamlar, hatipler ve ilahiyatçılar tarafından doldurulmaz, bu işin ehli olabilecek kişiler oralarda görevlendirilirdi. Üstelik AFAD’a ancak Diyanet’in dörtte biri kadar bütçe verilmez, uyarı verilen olası deprem bölgelerinde yeterli sayıda uzman ekip ve ekipman sürekli hazır bulundurulurdu. Felaket yaşandığında Türk Silahlı Kuvvetleri kapsamlı bir biçimde ilk günden hemen devreye sokulurdu. Birkaç yılda bir çıkarılan yasalarla getirilen ‘İMAR AFFI’ adı altında kaçak binalara asla onay verilmemeliydi. Eğer cahillikle yoğrulmuş kadercilik değil, zihinler akılcılık içinde bilimle yoğrulmuş olsaydı, geçmişte yaşadığımız depremlerden ders alınır, jeologların deprem riskleriyle ilgili hazırladıkları raporlara göre gerekli önlemler alınır, bencil, bireysel ve oligarşik rant hevesi, insandan ve toplumdan daha değerli bir hale asla gelmezdi. İnsana umut veren duygularıdır, duyguları da güçlendiren inancıdır. Burası çok doğrudur. Ancak insana hayat veren, yaşamlarını sürdürmesini sağlayan, adalet içinde yaşam sürmesini temin eden, yaşam kalitesini arttıran, refah düzeyini yükselten, eğitim ve bilgiyle yoğrulmuş, bilimi rehber edinmiş, kurallar ve yasaların çağdaş biçimde uygulandığı, denetlendiği bir dünyada yaşamasını sağlayan ise devrimci zihniyet içinde akılcılığı hep önceleyen dünyevi güçlerdir, kanısındayım. Hiç kimsenin cahilliğini ve beceriksizliğini örtmek amacıyla kaderciliği öne sürerek inançlar üzerinde maneviyat pompalayarak zihinlere bahane olsun, diye ahireti yani öteki dünyayı nakşetmeye hakkı yoktur, kanaatindeyim..