Bu sütunlarda yayımlanan yazılarımdan bazılarını okuyunca kimilerinin “yine eskilerden bahsetmiş, biz eskiden su içerdik testiden…” Şeklinde ifade edilen mantık ve felsefeyle yazdıklarımı alaycı biçimde dalga geçercesine değerlendirerek yorumladıklarını hissediyor gibiyim. Ben yine de ‘kim ne düşünürse düşünsün ne derse desin ne kadar alay edip dalga geçerse geçsin’ bugün de yine eskilerden örneklerle bugünün ‘epeyce vahim’ tablosundan ısrarla bahsedeceğim. Çünkü bugünlerde her şey o kadar yapay, o kadar yavan geliyor ki bana…

Bu türden yazıları beğenmiyorsanız okumayın be kardeşim, ne yapayım yani bunca yıldan sonra tarzımı mı değiştireceğim, aklı ve algısı kıt olanlar için!..

O nedenle yazılarımın bazılarında eskilere atıfta bulunarak, o zamanlar doğru ve dürüst olan bir o kadar da gerçekleri yansıtan şeyleri yazarak günümüzde bazı şeylere örnek oluşturmasını bekliyor, daha doğrusu umut ediyorum. Örneğin; bu memlekette çok değil, 19-20 sene öncesine kadar gerçekten ‘muhalefet’ vardı. Siyaset bugünkü gibi tek sesli ve de ‘kutuplaştırılmış’ değildi. Eleştirilecek ve hatta kınanacak, ayıplanacak çok şeyi olmasına rağmen o zamanların muhalefeti basın ve medya aracılığıyla ‘oldukça gür çıkan sesini’ kitlelere duyurabiliyor, iktidarı kıyasıyla eleştirme görevini hakkıyla yerine getirebiliyordu. Bugün ise dedim ya siyasete tek seslilik ve kutuplaşma egemen durumdadır…

Adına muhalefet denilenlerin gerçek anlamda sesini duyurarak, haykırışlarına yer verecek cılızda olsa protest fısıltılarını dillendirecek bir basın ve medyadan bugün kim söz edebilir ki!..

 ‘Manzara-i Umumiye’ denilen genel görünüme şöyle bir baktığımda şuna samimiyetle inanıyorum ki; “Bu ülkede bilhassa son 19-20 yıldır, hiç acele etmeden, ortam ve koşulları uygun duruma getirerek sistematik biçimde ve de gayet sinsice, üstelik gayet dikkatlice ve yavaşça yürütülen ‘muhalefeti önce sindirme sonra yok etme operasyonu’ kapsamında basını yani gazeteleri, beraberinde de, geçmişi pek eski olmayan, ‘olgunlaşma sürecine yeni girmiş’ medyayı yok ettiler, en azından tek yanlı, korkak ve ‘olabildiğince pısırık’ hale getirdiler..”

Oysa çok sevdiğim bir şeydi; Bundan 30-35 sene öncesinde sabahları keyifle gazete okumak, daha sonraları ise gençlik yıllarımın başında okuduğum gazetelerden bazılarında yer alan haberleri, yayımlanan yazıları bizzat hazırlamak ‘yani adam gibi layıkıyla gazetecilik yapmak’ en azından büyük bir şevk ve heyecanla gazetecilik yapmaya çabalamak!..

Şimdi ise sabahları keyifle gazete okumak ne mümkün. Tarafsız veya birazcık muhalif gibi görünen gazetelerde bile yayımlanan haberler hatta makaleler birbirinin aynı gibi. Sadece bazı gazetelerdeki haberlerin başlığı ve spotları biraz değiştirilmiş, köşe yazılarının bazılarında ufak tefek yorum farkı olmasına rağmen içerikler hep aynı, üsluplar ise hep ürkekçe, hep korkak, hep tedirgin! Bu vahim duruma paralel olarak ya da koşut olarak diyelim gazetecilik yapmak, yani layıkıyla gazetecilik yapmak da günümüzde artık ne mümkün!..

Çünkü; artık gazeteciler gerçeklerin peşinde koşup, gerçekleri yazamıyor, söyleyemiyorlar, söyleseler yazsalar da gazeteler yayımlamıyorlar, yayımlasalar dahi haberi ve makaleyi kırparak kuşa çevrilmiş haliyle iç sayfalarda dikkat çekmeyecek bir yerde küçücük bir fısıltıymış gibi yer veriyorlar. Herkes sindirilmiş, korkutulmuş, cesaretleri iğdiş edilmiş durumda. Tüm bu anlattıklarımı okurken sakın ola ki abarttığımı düşünmeyin!..

 Ben bunları pek fazla dikkat çekmeyecek pozisyonda, Balıkesir’de yerel bir gazetenin sütunlarında yani BİRLİK gazetesinde yazdığımdan dolayı açıkça dile getirebiliyorum. Yoksa ulusal çapta ve de iğdiş edilmiş biçimde görünen Balıkesir'deki yerel basının/medyanın dikkatle izlenen herhangi bir gazetesinde veya İnternet yayın organında yukarıda yazdıklarımı yayımlamaya cüretini kim gösterebilir ki?..

Sözün özü; Siyasetçilerin dışında halkın oluşturabileceği bir toplumsal muhalefetin sesi olması beklenen hatta gereken basın yani gazeteler, bugünlerde ses çıkarmaktan çok uzak kalmış durumdalar. Medya dünyası da bu anlattığımdan pek farkı durumda asla değildir…

Basın ve medya; Gerçekçi, evrensel ve çağdaş ölçülere bağlı, demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla savunan partiler üstü bir muhalefetin parçası bence asla değiller, çünkü olamıyorlar, çünkü nasıl olacağını bilemiyorlar. Üstelik bazı gazete ve yayın organlarındaki bu kuruluk, yavanlık, sıradanlık, sadece siyasetle ilgili konularda da değildir. Şöyle ki; açıp bir bakın gazetelere sosyal bir yaraya parmak basan, sorumluluk duygusuyla kitleleri bilinçlendirmeye, dikkatli olmaya davet eden uyaran, okuyunca keyif alacağınız, örneğin bir insan öyküsüne, hazin bir drama, hiç yoksa ciddi bir üslupla kaleme alınmış, fotoğrafları özenle seçilmiş özel bir habere bile pek rastlayamıyoruz artık!..

Varsa yoksa birtakım ajansların gayet düşük ücretlerle çalıştırılan vasıfsız ya da deneyimsiz elemanları tarafından hazırlanıp servis edilen rutin, sıradan haberler kaplamış tüm gazetelerin sayfalarını…

William Shakespeare'in ünlü oyununa adını veren Hamlet karakterinin dediği gibi ‘Danimarka’da kokuşmuş bir şeyler var!..’

Bu gerçekten var olduğu anlaşılan ‘kokuşmuşluk’ da artık saklanmıyor, saklanamıyor. Belki de ‘çok tuhaf biçimde kendini gösteren, kendinden vazgeçmişlik hali’ karaya vurmuş adeta bir ‘deniz anası gibi’ pelteleşerek bütün ülkeye yayılıyor gibi geliyor bana…

Memlekette bence yapay biçimde üretilen ama maalesef yaygınlaşan korku ve yalan, artık ‘müstehcen’ denilebilecek düzeye geldi veya ben belki çok farkında değilim ama sıradanlaştı. Bence böyle yaparak ‘utanma ve edep gibi’ ar damarı henüz çatlatılmamış benim gibilerin duygularını da çok fazla incitiyorlar. O nedenle kanaatim odur ki; ‘gazetecilik ölmediyse de bitkisel yaşama girmiştir’ diyebiliriz. Bu koşullar altında bu kadarını yazdığıma yazabildiğime şükretmekten başka bir şey elimden gelmiyor, ne olursunuz kusuruma bakmayın!..