BİR TÜRLÜ HİÇ YANITINI ALAMADIĞIM SORULAR!
Bugün itibarıyla 2 ay 24 gün sonra yani 24 Ekim itibarıyla gazetecilik mesleğinde35 yılı geride bırakıp otuz altıncı yıla ayak basacağım. Otuz beş yıldır sürdürdüğüm gazeteciliğin doğası gereği olsa gerek, çokça ve de sıkça düşünüyor, düşündükçe soruyorum. Ama o sorduklarımın çoğuna hangi devirde olursa olsun maalesef yanıt alamıyorum veya aldığım yanıtlar bir türlü beni tatmin etmiyor. Yanıtsız kalan sorularım nedeniyle bir kez daha düşünüp yine soruyorum; “Kim daha korkak acaba?” diye...
Bu ülkeyi yönetenler mi yoksa onların suladığı çamuru alıp eline yüzüne gözüne bulaştıranlar mı, korkak diye…
Kim daha güçsüz aslında, doğrusu çok merak ediyorum. Anlamsızlığını ve yanlışlığını bildikleri halde onurlarını hiçe sayarak kirli ve çirkin siyasetin bir parçası olanlar mı yoksa o siyaseti ülkeye ‘demokrasi’ diye yutturmaya çalışanlar mı, daha fazla korkak olanlar acaba!..
Bazılarının gazetelerde yayımlanan yazılarını okuyunca kimilerini televizyon ekranlarında konuşurken izleyince ya da bazen sadece onlara bakınca bu soruları sormamak olanaksızmış gibi geliyor bana, gerçekten…
Onlar bence sahte savaşlar, sahte kızgınlıklar, sahte onurlarla apaçık ama görmek istemedikleri acı gerçeklerden kaçıyorlar, o nedenle o gerçeklerle asla yüzleşmek istemiyorlar. O zaman birkaç soru daha geliyor aklıma; “Sizler hangi gerçeklerden, neden kaçıyorsunuz, elde etmeyi umduğunuz hangi menfaatler sizi o gerçeklere karşı kör durumuna getiriyor, acaba!..”
Bir türlü yanıt alamadığım bu sorulara bu kez ben şu yanıtları veriyorum, aslında yanıt vermek zorunda kalıyorum; “Aslında sizler o acı gerçeklere karşı uyuşma sağlamak için damarınıza sahte kızgınlıklar enjekte ediyorsunuz. Bilerek ve elbette isteyerek bu körlüğün kaçınılmaz olarak bir parçası olup zavallı hale geliyorsunuz. Belki de zaten biliyorsunuz ne yaptığınızı, o yüzden kendinize çok kızıyorsunuz. Kendi yetersizliğinize karşı kendinize duyduğunuz öfkeyi perdelemek, mümkünse örtmek dolayısıyla saklayabilmek için acımasızca sağa sola saldırıyorsunuz. ‘Asalet eğer kibirliyse çok zorlayıcıdır’ lafını o nedenle çok seviyorum. Çünkü gerçekten zordur, bir beladan geçerken, çıkarlarımız, duygularımız, geleceğimiz ağır bir şekilde zedelenip yara almışken, ismimizi, onurumuzu korumak için gerçekleri söyleyebilmek yani açıkça ve cesaretle itiraf edebilmek, Yaralı iken gülümseyerek sanki yaramız yokmuş gibi davranabilmek. Hani derler ya kan kusarken, kızılcık şerbeti içtim, demek misali…”
Geleceğimiz için geçmişimizi satmamamız gerektiğini bilmektir, bence asıl olan, olması gereken!
Farkında mısınız, bilmiyorum, ‘utanma duygusu’ günümüzde çoğumuz için hiç gelişmemiş bir sanat(!) haline gelmiştir, ne yazık ki!..
O yüzden ne o siyaset kavgaları bayağılıktan kurtulabiliyor, ne de o kavgalar pusu zihniyetinden mertçe yapılması gereken düello aşamasına geçebiliyor. Ne de (kesinlikle kendimi soyutlamadan söylüyorum) gazeteciler, köşe yazarları salt gerçekleri korkmadan ve çekinmeden yazabiliyor mu bu memlekette?..
Maalesef bizim meslekte bazıları, kimileri veya birileri neredeyse ‘onursuzluğu madalya olarak taşıyor’ boynunda veya yakasında aslında..
Kendileri asla dürüst olamadığı için dürüst olanlara da veya olmaya gayret edenlere de utanmadan akıl vermeye çalışıyorlar. Bu saatten sonra, kimseye ama hiç kimseye gazetecilik öğretecek halim yok, gazeteciliği benden çok daha iyi bilen(!) çok sayıda üstat(!) denilebilecek adam var, bu memlekette…
Ama şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim; ‘Gazeteciliğin onursuzluk, dalkavukluk olmadığını çok iyi bildiğimi ve 35 yıldır gerçekten özümsediğimi de gayet iyi kavradığımı bilhassa belirtmek isterim..”
O nedenle “Eğer gerçekten dur denecekse, öncelikle ve ivedilikle gazeteciliği dalkavukluğa, yalakalığa çevirenlere ‘DUR’ denmelidir.”
Bunu da dürüst ve mesleğini seven gazeteciler söylemelidir. Ama söyleyin bana bugünlerde gerçekten öyle birileri kaldı mı, var mı aramızda?..
Bu durumda ‘önce ekmekler bozulmuş, balıklar baştan kokmuş’ demek mi daha doğrudur ya da ‘et kokarsa tuzlanır ya tuz kokarsa o zaman yapacak bir şey kalmamıştır’ demek midir?..
Ar damarı yıllardır sürdürülen çabalarla çatlatılan bir toplumda ‘temiz basından dürüst gazetecilerden bahsetmek ne kadar mümkündür’ sorarım sizlere!..
Yorum yapın