Çanakkale Savaşı’nda 18 Mart 1918 günü, Yzb. Süleyman Sırrı Bey komutasındaki Hamidiye Bataryası, 10 km mesafeye yaklaşan Fransız Bouvet Zırhlısına 240 mm.lik mermilerle atışlar yapıyordu. Tam o sırada, bataryanın ortasına düşen bir mermi, Cideli Mehmet Çavuş’un ayaklarını gövdesinden ayırmıştı.
Aynı anda, Fransız zırhlısının batışını gören batarya erleri sevinç çığlıkları atmaya başladı. Can çekişirken bunu duyan Mehmet Çavuş, manzaranın kendisine de gösterilmesini istedi. Onu koltuklarından kaldırdılar. Dudaklarındaki tebessümle şahadet getirerek ruhunu teslim etti.

ÇOK YÜK TAŞIYAN DEVE
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, bir sene hacca gitmek üzere yola çıktı. Eşyalarını bir deveye yüklemişti. Yük çok görünüyordu. Birisi kendisine dedi ki:
- Bu kadar uzun yol için, bu kadar yük bu deveye fazla gelmez mi?
- Acaba yükü taşıyan deve midir? Dikkat et, devenin sırtında yük var mı?
O kimse dikkatle baktığında gördü ki, yük devenin sırtından bir karış yukarıda durmaktadır. O kimse hayretini gizleyemeyip; “Sübhânallah! Ne kadar acayip bir iş.” deyince, buyurdu ki:
- Hâlimi sizden gizlesem, bana dil uzatıyorsunuz. Açık açık göstersem hayret ediyorsunuz. Ne yapayım bilemiyorum ki?

YENİ ŞOFÖR
Takside arka koltukta oturan müşteri, şoföre bir şey sormak için omzuna dokunduğunda, şoför neye uğradığını şaşırır ve korkusundan kaza yapar. Karakoldaki sorgulamasında kendini şöyle savunur:
“Özür dilerim efendim. Taksicilikte bu benim ilk günüm. Daha önce hep cenâze arabası kullanmıştım da...”

/////

ÜÇ AÇLIK HİKÂYESİ

Bugün, ülkemizde her yıl 44 milyar ekmek üretiliyor ama ne yazık ki 4 milyar ekmek çöpe gidiyor. Tarihte askerlerimizin harplerde çektiği açlık hakkında, arşivlerimizde yüzlerce bilgi ve belge var. Bunlardan üç tanesi kısaca şöyle:
=Balkan Harbi’nde Trakya’da savaş muhabiri olarak bulunan Fransız gazeteci Stephane Lausanne, şöyle yazıyor:
“Bir subay da açlıktan bayılacak hâle gelmişti. Son tedbir olarak paltosunun iç cebine bir ekmek kabuğu saklamıştı. Sabahleyin bitkin bir şekilde ekmeğini çıkarmış, atın üstünde doğrulup yemeye hazırlanmıştı. Ancak, tam o anda yolun kenarında, donuk bir hâle gelmiş bir yaralıyı fark etmişti. Yaralı doğrulmuş, öylesine yalvaran bir tavırla elini uzatmış ki subayın yüreği parçalanmış. Elindeki ekmeği, bu zavallı yavrunun eline bırakmak istemiş, tam o anda da atı hareketlenmiş ve ekmek elinden kayıp çamurların içine düşmüştü. O esnada yaralı asker kendini yere atıp, insan kanları ile karışmış çamurlar içinde bulunan bu ekmek parçasını alıp ağzına götürmüştü...”
**Birinci Dünya Savaşı’nda yedek subay olarak askere giden Sivaslı Rıfat Erdal da hatıralarında; “Erzurum ve Erzincan düştükten sonra, Erzincan-Sivas arasındaki dağlarda mevzilendik. Kış çok şiddetliydi. Askerlere yiyecek için haftada ancak zayıf bir sığır bulabiliyorduk. Sığırların derilerini de askerlerin çarıklarını tamirleri için parçalayarak dağıtıyorduk. Askerlerin niçin çarıklarını tamir etmediğini sorduğumda çavuş boynunu büktü ve “Efendim biz sığır derilerini erlere dağıtıyoruz. Ancak karınları aç olduklarından hemen közleyip yiyorlar.” dedi ifadelerini kullanıyor...

Rıfat Erdal-Hayat Tarih Mecmuası
**1919 yılında İngilizler Antep'i işgal ettiklerinde ileri gelenleri yakalayarak Mısır'daki esir kamplarına gönderdiler. Bunlardan biri olan Eyüb Sabri (Akgöl) esaret hatıralarında diyor ki:
“İngilizler kamptaki asker ve sivil esirlere ölmüş katır, beygir eti veriyorlardı. Ağustos sıcaklarında kokmuş bu etleri yemek mecburiyetinde kalan pek çok mazlum askerimiz dizanteri ve uyuza benzeyen palağra hastalığına yakalanarak öldüler...”