Mesleğimizin büyük ustası merhum Uğur Mumcu’nun sağlığında kendisiyle yapılan söyleşilerde sıkça biçimde tekrarladığı, yazdığı kitaplarında daima yer verdiği bu veciz sözü ben 37 yıla erişen meslek yaşamımda düstur edindiğimi temel ilkem kabul ettiğimi daha önceki yazılarımda sizlere defalarca vurgulayarak ifade etmiştim, belki anımsayacaksınız…

Bugünkü yazıma şöyle bir giriş yaparak başlamak sanırım en doğrusu olacaktır; herhangi bir konuyu araştırmak için hiçbir engeli, sınırı ve kısıtlaması olmayan uçsuz, bucaksız bir dünyada yaşıyoruz. Buna rağmen, maalesef ne hazindir ki, gayet önemli sayılabilecek bir konuda araştırma yapmayı gereksiz, yararsız dahası üşengeçliğinden bir angarya gibi gören, o nedenle herhangi bir konuda araştırma yapmaya çekinen, çeşitli bahane ve mazeretlerle kaçınan, araştırma yapmak yerine sadece duyduklarıyla yetinmeyi yeterli sayan, birilerinden yalan yanlış o duydukları üzerinden gerektiğinde ‘DEDİKODU’ hatta ‘YARGISIZ İNFAZ’ yapmaktan bile kaçınmayan, dahası, o duyduklarını ‘HİÇ SORGULAMADAN’ işine geldiği gibi doğru kabul ederek gerekli durumlarda yaygara ve kargaşa çıkaran, bazen daha da ileri giderek, o duyduklarına inanıp birilerini hedef gösterme cüreti içine dahi girenlerin sahip olduğu bu yoz anlayışın, ezici çoğunlukla egemen olduğu bir memlekette hatta dünyada yaşıyoruz!..

Bilgi çağının ileri teknolojiyle doruğa ulaştığı bir dünyada bilgiye ulaşma, erişme ve o aldığı bilgiyi kullanma aşamasında belki de ‘varlık içinde yokluk çekiyor’ gibi görünmemiz size göre de ayrı bir ‘PARADOKS’ değil midir?

Dahası ‘İRONİ’ de yaparak ifade edilebilecek bir durum değil midir?

Otuz yedi yıla erişen meslek yaşamın buyunca ‘TEMEL İLKEM’ olarak benimsediğim, vazgeçilmez bir düstur olarak kabul ettiğim rahmetli ustamız Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz!” sözünün yaşadığımız toplumda gerçekten bilinmediği, ya da bilindiği halde geniş kitlelerce benimsenip, özümsenmediği, hatta yok sayıldığı bir iklimi yaşıyoruz, diye düşünüyorum ne yazık ki!..

O nedenle benim deyimimle ‘akıl tutulmasının aymazlık halini yaşayan’ bireylerin hızla çoğalarak kitleselleştiğini üzülerek gözlüyor ve çok hayıflanıyor, kederleniyorum!..

Ama tüm bu olumsuz koşullar altında dahi risk alıp da, bir zamanlar Aziz Nesin’in, Oğuz Aral’ın hatta günümüzde başına gelen türlü badirelere ve sıkıntılara rağmen Müjdat Gezen ustanın yapmaya çalıştığı gibi; ‘Israrla ironi yapmak, o türde yaklaşımlarla yazıp, çizip bir şeyler anlatmayı sürdürüp içimizdeki umutların tümüyle sönmesini engelleyen, o umutların sürmesini sağlayan, bu yolla topluma yaşadığı acı gerçekleri birkaç cümleyle ve de en önemlisi gülümseterek anlatanlar, bana göre birer kahraman sayılmalı, ayakta alkışlanmalı, en azından takdir edilmelidir’ diye düşünüyorum..

Şu anda büyük çoğunluğu ‘akıl tutulmasının aymazlık halini gaflet içinde yaşayan’ böyle bir toplumda böyle bir şeyin gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor ama yine de pek fazla karamsar olmamamızda gerekiyor, aslında! Yıllar önce yitirdiğimiz Çetin Altan ustanın dediği gibi, ‘enseyi karartmadan’ bildiğimiz yolda devam etmeliyiz, toplum yararına düşünmekten ve üretmekten asla vazgeçmemeliyiz. Bugünkü yazımı sonlandırmaya hazırladığım bu son paragrafımın satırlarını şu sözlerle bitirmek, sanırım en doğrusu olacaktır; Sadece anlattıklarından yani yazdıklarından sorumlu olan bizler, sizin anladıklarınızdan ya da anlamak istediklerinizden sorumlu değiliz, olamayız da! Çünkü bizler, sizin anlamak istediklerinizden veya anladıklarınızdan anlamayız. O nedenle bence bir kerecik olsun, sizlerin şöyle düşünmesi ve davranması gerekiyor; Bizler sadece anlattıklarımızdan dolayısıyla yazdıklarımızdan sorumluyuz ya, sizler ise okuduklarınızın sadece anlamak istemediğiniz veya bir türlü(!) anlayamadığınız taraflarından sorumlu olmalı ve de sonuçlarına katlanmalısınız!

Çünkü bu söylediğimin tam tersi durum da olursak eğer, o zaman korkarım ki, akıl tutulmasının aymazlık halini gaflet içinde yoğunlukla yaşayanların yanında bizlerde, hem aklı tutulmuş, dolayısıyla nutku da tutulmuş halde yerimizi almış oluruz!..

‘DOĞRUYA DOĞRU!’

O nedenle sakın ola ki alınmaca, darılmaca, küsmece yok!..

Elbette doğrusu bu, o nedenle ‘dost acı söyler’ demişler ya, işte o hesap anlayın artık ve bu laflarıma kulak verin, yani yazdıklarımı doğru okuyun, dolayısıyla doğru anlayın ve gereğini gerektiği zaman gerektiği yerde ve ortamda lütfen yerine getirin!

Aksi halde kafanızı taşlara vurmak zorunda kalırsanız, maalesef ben ve benim gibilerini bu kez yanınızda bulamayacaksınız!..