BEYİN GÖÇÜNDE SU GÖÇENDE Mİ?

Bugün sizlere önce Bilim Teknoloji Dergisi’nin 286. Sayısında yayımlanan
Mustafa Çetiner imzalı yazısından alıntıladığım görüşleri sunacağım. Sonrasında
ise konuyu ilişkin kendi görüşlerimi içeren bilgileri bir başka yazımda
aktaracağım. Her zaman Türkiye’den ülke dışına yaşanan beyin göçünü
eleştirmiş biriyimdir. Yıllar önce bunu söylediğimde ülke dışında yaşayan bir
arkadaşım bana şöyle yanıt vermişti: “Türkiye için bazen yurtdışında olmak
yurtiçinde olmaktan daha iyi olabilir.” Yıllar içinde Türkiye’ye geri dönen
akademisyenlerin mağduriyetlerini gördüm, ülkeye dönüşten sonra
yaşadıklarına tanıklık ettim. Polemik yaratmamak için detayına girmeyeceğim
ama daha çok yeni gazete sütunlarına, sosyal medyaya yansıdı. Demem o ki
eskisi kadar kızamıyorum bu ülkeyi terk edenlere. Kızgınlığım artık
başkalarınadır. Ülke dışında artık yapamayacak noktaya gelmiş, araştırma
bütçeleri tükenmiş, yenilerini alamayan, artık o düzlemde var olamayacak olan,
yorulmuş, gözden düşmüş kişilerin bir zamanlar edindiği bilimsel saygınlığın
arkasına saklanarak iyi bir emeklilik hayali ile ülkemize dönmelerine, etkin
kurumlarda görevler kapmalarına, sonrasında da “ne şiş yansın ne
kebap” pişkinliklerine kızıyorum. Onlardan birine “Geldiğiniz o büyük
üniversitelerde gördüğünüz standartları bize de uygulayın, bize de
öğretin” dendiğinde “Patron beni golf sopası ile döver” diye yanıtladığını
biliyorum. Bir kızgınlığım da Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara haklı tepki
gösterip kendi mahallesindeki vakıf üniversitelerinde benzer şeyler
yaşandığında sessiz kalan sözde aydın ve demokratlaradır. Belki de ülkemizdeki
bilim insanlarının, bilime yön verenlerin ihtiyacı olan ilk şey, İspanya iç savaşı
sırasında Salamanca Üniversitesi’nin rektörü Miguel de Unamuno’nun şu
söyledikleridir: “Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira
sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile
tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile vicdanım arasında bir
boşanmaya asla izin veremem.” Bizim gibi yaşı artık biraz ilerlemiş
akademisyenlerin temel görevi, ülkemizi bir bilim toplumu haline dönüştürecek,
ülke içinde ve dışında bilim üretecek olanlara yolları açmaktır. Buna yol açan
girişim nerede gelirse gelsin desteklemek temel görevdir. Suriyeli komedyen
Duraid Lahham’ın “Neden imkânınız varken ülkeyi terk etmediniz” sorusuna şu
yanıtı verdiği söylenir: “Anneniz hasta olsa gidip hemen başka anne mi arar
yoksa başında durup iyileştirmeye mi çalışırsınız? Vatan anne gibidir. Yoksul
ise varlığıyız, yaşlı ise bastonuyuz, hasta ise ilacıyız, üşüyorsa elbisesi ve

yalınayaksa ayakkabısı oluruz. Siz hiç toprağından göç eden ağaç gördünüz
mü? Ağacı topraktan ayırırsanız o ağaç kurur. Vatan topraktır, biz ise ağaç.”
Bu sözler çok güzel gerçekten ama evde çocuğa şiddet uygulayıp çocuk evden
kaçtığında bütün suçu çocuğa yüklemek de haksızlık değil mi?.