BENCE SEÇİM DEĞİL SEÇİME GİDEN SÜREÇ ÖNEMLİDİR!..
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en önemli seçimine gün saymaktadır. Bırakın erken seçimi, baskın seçimi, Zamanında yani 2023 Haziran’ında yapılması öngörülen seçime bir buçuk yıl bile değil sadece 17 ay var...
Erdoğan ve onun iktidarı kanımca bu seçime ‘varlık-yokluk’ zemininde bakmakta ve öyle değerlendirmektedir. AKP’nin üst düzey yönetimi ve devlete, kurumlara, iş dünyasına, medyaya yerleştirmiş olduğu kadrolar da yani yandaş kesimi de aynı perspektiften aynı kaygılar içindedir. Yani iktidar olmanın rantını 20 yıla yakın bir süredir paylaşan kadrolar, önümüzdeki seçimlere, kendi makam, şöhret, servet kaynaklarının sürüp sürmeyeceği noktasında bakmaktadır. Çünkü o kadrolar servetlerini ve makamlarını, yeteneklerine ve bilgilerine değil, koşulsuz biat ettikleri mevcut iktidara ve onun liderinin varlığına borçlu olduklarını bilmektedir. Elbette İktidar ve lideri de bu aslında kapasitesi oldukça dar sayılabilecek kadronun bireysel çıkarları için yapabileceklerine güvenmekte ama bence yanılmaktadır. Zamanında yapılırsa 17 ay kalan seçimler yaklaştıkça rantın merkezinde olmanın, rantı dağıtmanın, haksız zenginleşmenin, azgın aşırılığın ve de hoyratlığın yarattığı cennetten uyanma zamanı da çoktan gelmiş ve hatta geçmektedir. Bu nedenle geniş tabanda yer alan yoksul kesimlere kendi kişisel geleceklerini memleketin yüksek çıkarları ‘milli ve yerli’ adı verilen zokayı yutturma çabası vardır, kanaatini kuvvetlice taşımaktayım.
Medya-basın ve toplumun kılcal damarlarına 45-50 yıl öncesinden sızlamaya başlamış, son 20 yıllık süreçte hızla yayılmış olan tarikat-cemaat yapılanmaları üzerinden toplumun her kesimini yeniden dizayn etme çaba ve uğraşlarını, bu amaçla hemen her gün sürdürülen ev sohbetlerini ve yine bu amaçla yani safları sıklaştırma maksadıyla gerçekleştirilen ‘sosyal yardımlar’ üzerinden kurdukları ilişkileri, alternatif ve doğrudan bir iletişim mekanizması olarak kullanmaktadırlar. Bir kısım medya ve basının istediği kadar bu yapılan yolsuzlukları belgelemesi, haksızlıklara dikkat çekmesi, kötü yönetimin neden olduğu açlık ve sefaleti anlatın anlatması dahi toplumun bir kesimine bu doğrular tam olarak ulaştıramamakta ve yansıtamamaktadır. Aksine çarpık biçimde oluşturulan sosyal destek ağları üzerinden kurulan ilkel iletişim biçimleriyle kurulan doğrudan temas yöntemiyle gerçeği eğip bükerek yoksul kesimde konuşlu çaresiz görünen seçmenlere ulaştırılmaktadır.
İşte tam da bu nedenle şaşıran şaşırana..
20 senedir hala anlamadınız mı?
AK Parti veya AKP daha doğrusu Adalet ve Kalkınma Partisi bir ideoloji partisi değil rant partisidir..
Öyle söyledikleri gibi değil tam tersine 20 yıllık icraatlarına dikkatlice bakarsanız yoksulun dar gelirlinin yanında değil azgın aşırıların yani cahil, kural tanımaz, yasaları, toplum kurallarını asla takmayan umursamayan asalakların yanında değil mi AK Parti, Adalet ve Kalkınma Partisi..
Peki, o zaman nasıl oluyor da hem yoksul kesimlere ve kitlelere bu denli çile çektiren, sorunlarla boğuşmasına neden olan AK Parti; Aynı zamanda o sözünü ettiğim kesimlerden kitlesel biçimde oy alan bir parti konumundadır?.
Kanımca İşin sırrı söz konusu o yokluk ve yoksulluğu yaratan AKP iktidarı, o kesimleri sosyal yardım ağları ile yönetmekte, idare etmektedir. Çünkü aşırı yoksullaşma aşırı muhtaçlığa neden olmaktadır. Biliyorsunuz, yeni ilk günü, hatta ilk dakikalarında kullandığımız elektriğe Cumhuriyet tarihinin en büyük en yüksek oranda zammı yapıldı. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu zammı yapabilecek cesarette ve hoyratlıkta bir iktidar bulamazsanız. Doğalgaza, benzine, tüm tüketim ürünlerine zam üstüne zam yağıyor. Böylesi bir durumda yoksul geniş kesimlerin alternatif arayıp iktidardan kurtulması beklenirken örneğin İstanbul’da Ankara’da Halk Ekmek büfeleri önünde ucuz ekmek kuyruğunda bir lokma mutluluğa, huzura muhtaç durumda kalmış bazı insanlar, bizim insanlarımızdan bazıları kendilerine mikrofon uzatıldığında “Erdoğan’dan asla vazgeçmeyiz” diyebiliyorlar. Yoksulluklarının, mutsuzluklarının sebebi olan yönetime hala oy veriyor olmalarının nedeni belki de hayatta kalma dürtüsü veya bununla birlikte aidiyet duygusu ama bana sorarsanız akıl tutulmasının aymazlık halinin tipik bir örneği..
Bazı Bilim insanları ise buna öğrenilmiş çaresizlik diye teşhis koyuyorlar..
Siyasal iktidar, fırsat eşitliğine, özgürlüğe, demokrasiye, hukuka, tüm insanların insanca yaşama hakkına inanmadığı için, büyük çoğunluğa yoksulluğu bir kader olarak dayatıp kendileri şatafat içinde yaşamaktan zerre rahatsız olmuyor...
Vicdan sahibi yöneticiler, sosyal yardımlara kimsenin ihtiyaç duymayacağı bir ülke için çaba harcarlar. Bir ülkenin sosyal yardıma muhtaç insan sayısındaki artış, o ülkenin giderek çöktüğünün işaretidir.
Buraya kadar yazdıklarım, anlatmaya çalıştıklarım çerçevesinden bakıldığında seçimin ne zaman yapılacağı değil seçime giden süreç gerçekten önemlidir, önemsenmelidir!..
Yorum yapın