Öyle inanıyorum ki; insan bazı durumlarda kendine ‘bardağın yarısı boş mu, yoksa yarısı dolu mu?’ diye an gelir mutlaka sorar veya sorabilir…

İşte böylesi bir durumu daha doğrusu bir ‘mantık önermesini’ kapsamlı biçimde enine boyuna irdelemeden önce öncelikle ele alacağımız konunun felsefesine ilişkin denklemi bence çok doğru ve isabetli kurmak gerekir…

Sosyolojik ve psikolojik algılamaları ve anlamları ‘bilimsellikten uzak gelişigüzel yüklemeden önce düşünce dünyasının felsefesine kavram kuramlar açısından bakarak’ yazar ve düşünürlerin yaptıkları tanımları iyi anlamalı ve analiz etmeliyiz. O nedenle öncelikle ‘optimist, pesimist nedir’ sözlük anlamlarıyla bakmalıyız.

Optimist; Pozitif, daima olumlu düşünen iyimser insana denir. Pesimist ise; Negatif, olumsuz düşünen kötümser olana denir. Evet, bugün de iyimserlik ve kötümserlikten bahsediyorum. Bu durumu size hemen belirgin bir örnekle açıklamak istiyorum; “Masa üstünde yarısı boş bir bardak koyup insanlara bardağı gösterip nasıl bir bardak olduğunu sorduğumuzda, yanıt verenlerden bazıları bardağa bakıp ‘yarısı dolu bir bardak’ diye cevap verirken, bazıları ise ‘yarısı boş bir bardak’ diye bu soruyu öyle yanıt verirler.”

Kimilerine göre, bu yadırganacak bir durumdur. Yani aynı bardağa bakıp farklı yanıtlar verilmesi çoğunlukla yadırganır. Aslında insanların nasıl bir kişilikte olduğu bu türde küçük denemelerden sonra hemen kendini gösterebiliyor. Örneğin; “Bu iki kısımdaki insanlarla ilgili yaygın görüş şudur. Bardağın dolu olan kısmını gören kişi ‘Optimist’ yani iyimserdir, bu kişi için bardağın yarısının boşluğu, neden, nasıl kim tarafından boşaltıldığı önemli değildir. Onu ilgilendiren kısım sadece dolu olan kısımdır, bu kısım ona yetmektedir. Hatta bazıları o kısmın asla bitmeyeceğini bile düşünür. Bardağın boş olan kısmını gören kişi ise ‘Pesimist’ yani kötümserdir. Bu kişi için o bardağın yarısının dolu olması önemli değildir. Nasılsa yarısı boşalmıştır. Bardakta ki suda eksiklik vardır. Bu tür insanların gözüne hemen bu eksiklik çarpar. Onun gibileri düşündüren bardaktaki suyun yarısının ne olduğudur. Bu türde kişiler geriye kalan suyunda bir gün elbet boşalacağını, bardakta hiç su kalmayacağını hepsinin biteceğini düşünür. Bu kişilerin yaşamı ne kadar güzel olursa olsun hep kötü yani karamsar düşünürler, olaylar onun için hep terstir, çünkü belki de eskiden kötü ve onu derinden sarsacak bir olay yaşamıştır. O yüzden geçmişinde yaşanmış belleğinde kalan travmalar mevcuttur!..”

Konuyu kısaca toparlamak gerekirse; “Pesimistler yani kötümserler daha gerçekçidir. Buna karşılık dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü optimisti yani iyimseri ‘Pollyanna’dır. 

‘Polliyanyacılık’ diye bilinen ‘aşırı iyimserlik hali’ kimilerine göre de gerçekçiliğe ve dolayısıyla gerçeklere tümüyle gözlerini kapama hastalığıdır. Hem ‘iyimserler’ hem de kötümserler aslında ‘önyargılı’ insanlardır, her ikisi de yanlış yaparlar, en azından yanlış yapmaya eğilimlidirler!..”

Peki, ‘doğruyu kim yapar?’ diye soracak olursanız. Tecrübeyle sabittir; Bence ‘doğruyu kötünün nedenini araştırırken elindekine şükredenler yapar.’

Bu konuda sizlere yaşamın içinde faydası olacağını düşündüğüm son bir not aktarmak isterim; ‘Bardağın yarısı dolu’ diyenler, ‘yarısı boş’ diyenlere göre daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü oluyorlar.  ‘Hayata biraz olsun pembe gözlüklerle bakabilmek bizi sadece mutlu etmez, sağlıklı da kılar. Ama iyimserlik dozunu çok iyi ayarlamak koşulu ve gerçekçilikten fazla uzaklaşmamak kaydı ve şartıyla elbette!..’

Şimdi ‘bütün bunları bugün neden anlatma, izah etme gereği duydun, durduk yere nereden çıktı, bu konu?’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Dilerseniz, hemen açıklayayım da akıllarda şüphe kalmasın!..

Daha önce bu sütunlarda defalarca dile getirip yazdığım gibi, ‘akıl tutulmasının aymazlık halini yoğun ve kitlesel olarak yaşayan bir toplumda’ sıkça biçimde refleks kırılmaları meydana gelirken, üstelik o toplumda bir de aşırı gergin biçimde cepheleşme yani kutuplaşma had safhaya ulaşmışken, cepheleşen yani kutuplaşan kesimlerden biri sadece bardağın boş tarafı, diğer kesimi ise salt dolu tarafıyla meşgul olurken ‘yahu aklınızı başınıza toplayın, titreyin ve kendinize gelin, yoksa artık çok geç olabilir!’ demek zorunda kalmamak amacıyla kendimi yukarıda satırları yazma gereği, hatta mecburiyetinde hissediyorum. Mesele sadece bundan ibarettir, o sorunuzun en açık ve net yanıtı da budur. Kimse üstüne alınmasın veya alınırsa alınsın ama maalesef görünmeyen veya görülmek istenmeyen asıl gerçek budur!..

Maalesef ‘yaşadığımız toplum gerçekten akıl tutulmasının aymazlık halini hem de yoğun biçimde yaşamaktadır!’ O nedenledir ki, gayet sıkça olarak o toplumun bireylerinde zaman içinde an be an ‘refleks kırılmaları’ meydana gelmektedir. Üstelik toplumda ‘cepheleşme’ yani ‘kutuplaşma’ had safhaya ulaşmıştır. Dahası ‘toplumun kutuplaşmış kesimlerinin bir tarafı bardağın boş tarafı diğer tarafı ise bardağın dolu tarafının peşine körü körüne düşmüş durumdadır.’

İşte bu vahim gerçek en başta beni ve benim gibi düşünenleri çok ama çok ürkütmekte, dolayısıyla kaygılandırmaktadır. Bu toplumun yazar- çizer takımının Balıkesir yerelinde de olsa duyarlı ve dik durmaya azami çaba göstermeye çalışan bir bireyi, eğer kabul ederseniz, bir aydını olarak tüm bunları yazmanın dolayısıyla ‘yaşadığım toplumu aydınlatarak uyarmanın önemli bir görev olduğuna’ inanıyorum. Eğer sizler aksini düşünüyorsanız, beni ve yazdıklarımı mazur görür, anlayışla karşılar ve dolayısıyla beni dikkate almazsınız olur biter!.