Ülkemizin coğrafi konumuna ve yönetim biçimine baktığımızda Avrupa ülkeleri ile gerek sosyal gerek kültürel ve ekonomik olarak aynı düzeyde olmamız gerekmez miydi? Elbette gerekirdi. Ancak günümüzde dönüp bir baktığımızda özellikle Avrupa’dan kat be kat oldukça geride olduğumuzu apaçık görmekteyiz. Peki hiç düşündünüz mü, neden bu durumdayız? Gelin bu durumu, bilimsel verilerle detaya girerek bir parça da olsa irdeleyelim. İnsanlar belli bir zihin kapasitesiyle doğar ve yaşam boyunca içinde bulunduğu ortamda düşünce yapısı böylece şekillenir. Bu durumun nasıl geliştiğini hep birlikte inceleyelim. Bizler doğduğumuzda ebeveynlerimiz tarafından eldeki olanaklar ölçüsünde, en güzel biçimde, ‘en değerli benim çocuğum’ denilerek büyütülüyoruz. Bu durumda bilinçaltımıza yerleşen kodlama belki de farkında olmadan “Narsist Duygular” olmaktadır, ister istemez!..

Ebeveynlerin; en güzel, en değerli, en önemli kişiler bizim akrabalarımız, bizim köylülerimiz, bizim kasabalılarımız ve hemşerilerimizdir, diye bilinçaltımıza yaptıkları yüklemeler bizleri, bir anlamda feodal sosyal düzenin bir parçası olduğumuzu kodlamaktadır. İnsanın sosyal yaşamdaki duruş biçimini belirleyen bence ana etken zihinlere yerleşen yüzde 80 oranındaki bilinçaltıdır. Bu durumda demek oluyor ki, bizler yaşama, yüzde 80 oranında bu duygu ve düşünceler ile başlamış oluyoruz. O nedenledir ki, böylesi olumsuz kültürel kodlanmalarla baş edebilmek için mutlaka okumalı, düşünmeli, araştırmalı ve sorgulamalı ve bu olumsuz kodlamaları değiştirebildiğimiz kadar değiştirmeye azami çaba göstermeliyiz. Aksi takdirde hiçbir yeniliği kabul etmeyen sabit fikirli, cahil, gerici ve muhafazakâr bireyler olarak kalmaya mahkum kalırız. Bu olumsuz kodlamaları güncellediğimiz ölçüde akılcı ve objektif bakış açısına sahip olabiliriz. Bu anlatmaya çalıştığım bilgiler ışığında bakıldığında ülkemizin bugünkü sosyokültürel yapısının çok parçalı bir durumda olduğumuzu gayet net olarak görürüz. Bu sosyal bölünmüşlük gerçeğini dikkate aldığımızda da tek başına bir tarafın ülkeyi sağlıklı bir şekilde yönetmesinin mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Aslında tüm toplum kesimlerinin ülke yönetimlerinde demokratik biçimde yer alması gerekli ve zorunludur. Şimdi bu bakış açısıyla siyasete bakarsak tüm bu nedenlerle Cumhuriyet Halk Partisi öncülüğünde oluşturulan ‘Altılı Masa İttifakı’ kim ne derse desin bence son derece önemlidir, diye düşünüyorum. Geçen seçimlerde yeterli çoğunluğu alıp seçimi kazanmasa da oluşturduğu bu model kanımca ülkemizin içinde bulunduğu ve gün geçtikçe kronikleşen krizlerin atlatılmasında ve düzlüğe çıkmasında en geçerli yol olacaktır, kanaatindeyim. Aslında her toplum kesiminin kültürü anayasal devlet güvencesi altındadır. Ancak bütün bu kesimlerin ortak sorunları ve ortak amaçları da bulunmaktadır. Yani burada ortak payda ve ortak fayda etrafında birleşmemiz zorunludur, kaçınılmazdır da. Sağlık, eğitim, adalet, aş, iş, barınma, onurlu yaşam, o sözünü ettiğim ortak payda ve orta faydalarımızdır aslında…

Çağdaş görüşlü, aydın bireyler, her zaman, her yerde çatışma değil, uzlaşma dilini kullanarak her kesimden insanları ortak sorun ve ortak payda ve ortak fayda ekseninde birleştirme çabası içinde olmalıdır, düşüncesini kuvvetlice taşımaktayım. Sonuç olarak bence günümüz Türkiye’sinde çağdaş yaşam biçiminin temsilcisi ve siyasetin denge partisi olması gereken CHP’deki süregelen tartışma ve çekişmeler yerini bir an önce tüm eksik ve hatalarına rağmen kişilerin ne yaptığından çok kurumsal olarak bakılmalı, deminden beri sözünü ettiğim ilkeler ve amaçlar etrafında birleşmeli ve kenetlenmeliyiz. Öyle inanıyorum ki, aksi takdirde hem CHP’nin gerilemesi hem de çağdaş yaşam biçimini savunan bireyler için yani bizler için var olan potansiyel tehlikeler ve riskler çok daha artacak, demektir. Sonra demedi, demeyin sakın ha!...