Anımsamakta yarar vardır ve hatta hiç unutmamak gerekir; İslam tarihi içerisinde ‘Aydınlanma Çağını’ başlatmak uğruna, insan varlığının haysiyeti ve insanlık sevgisi adına, din adamlarına karşı ilk gerçek savaşı açan ve halkı bu sınıfın pençesinden ve sömürüsünden kurtarmaya çalışan tek kişi Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Nasıl ki Batı dünyası aydınları ve özellikle 1789 Fransız İhtilali liderleri ruhban sınıfını alaşağı ederek akıl çağını getirebilmiş iseler, Atatürk de bir başka yoldan, fakat tek başına aynı sonucu Türk toplumu için düşünmüştür. Laik Cumhuriyeti kurduğu andan itibaren din adamları sınıfını artık millete zarar veremez ve daha doğrusu Türk halkını etkileyemez hale sokmak istemiştir. Aslında din adamlarını o, her nerede olurlarsa olsunlar, dünya işlerine karıştıkları oranda, insanlığın felaket kaynağı olarak görmüştür. Bu yüzden ‘cahil ama bilgiç’ geçinen din adamlarını sevmez ve sevmediğini açıkça söylemekten çekinmezdi. Hele halkta onlara karşı mevcut olduğunu bildiği korkuyu giderebilmek maksadıyla şöyle derdi: “Eğer din adamlarına karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz, derim ki ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi istikamette atacakları bir hatve (adım), yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatı ile... O adım milletimin kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim: farzımuhal bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek Meclis olmasa, öyle menfi adımlar atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepelerim.”

Bu konuşmayı Atatürk, 1923 yılının şubatında yapmıştır. Bu tarihten az sonra, 16 Mart 1923 günü Adana’da şunu söyler: “Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar (din adamları) her türlü hareketi dinle karıştırırlar.” Bu gayretlerinin sonucu olarak getirdiği laiklik sistemi, Türk insanını, sarıklı hocaların sahte “rehberliğinden” kurtarıp akıl rehberliğine ve böylece fikir ve düşünce özgürlüğüne yöneltmiştir. Yaşadığı dönem boyunca insan beyninin, din adamının değil fakat akıl adamının elinde ve şeriat eğitimiyle değil fakat laik usullerle yoğurulmasını sağlamıştır. Bu sayededir ki Türkiye’yi diğer bütün Müslüman ülkeler içerisinde en çağdaş, en ileri, en uygar duruma sokacak bir kuşak yaratmıştır. Ancak ne var ki kendini aydın sanan bizler, Atatürk’ün yerleştirdiği bu güzel ilkeyi bilmezlikten gelmiş ve din adamının karşısına akılcı usullerle dikilme geleneğini sürdürememişizdir. Sürdürmek şöyle dursun ve fakat onun ölümünden az sonra hortlamaya başlayan ve giderek yoğunlaşan şeriat saldırganlıklarına aldırmamış ve daha doğrusu bu saldırganlıklar karşısında susmuş, oturmuşuzdur. Bu suskunluğumuz ve susmuş görünmemiz, bugün artık Türkiye’yi İran/Humeyni özlemindeki din adamlarının pençesine terk etmiş gibi görünmektedir. Oy peşinde koşan siyasetçilerimiz ise biz aydınların bu ihanetimizi, sırf kendi hasis çıkarları uğruna, biraz daha pekiştirircesine kendilerine rehber edinmişlerdir. Öylesine ki kişilerin günlük yaşamlarının düzenlenmesini din adamının çağdışı zihniyetine terk etmek bir yana ve fakat devlet çarkının işleyişini, örneğin halktan vergi toplanması ya da doğanın korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi işlerini bile camilerde vaaz verecek imamların ustalığına bırakmışlardır. Örneğin 1991 yılı mart ayında Maliye ve Gümrük Bakanlığı, vergi konusunda en iyi vaazda bulunacak olan imama 10 milyon liralık ödül verileceğini ilan etmiştir. 1994 yılının aralık ayında bir bakan Türkiye’nin her köşesine yayılan imamlardan çevre bilincinin oluşturulması için yararlanılacağını bildirmiştir. Öte yandan yine yakın geçmişte seçim başarısı umutları da din adamlarının tarafgir davranışlarına dayatıldığı nice örneklerle doludur. Örneğin; 1991 yılı seçimlerinde ‘siyasal İslamcı yani köktenci’ bir partinin Kayseri’den yedi milletvekili çıkarmasını, imamların bu parti lehine propaganda yapması nedeninde arayan bir parti il başkanı şöyle demiştir: “Valiliğe dilekçe verip şikâyette bulunduk. Devlet memurları, özellikle imamlar Refah Partisi için yoğun propaganda yaptı. Seçim günü bile, sandığa giden seçmenleri etkilediler.”

Not; Bugün bu sütunlarda yazdıklarım, Özdemir İnce’nin İlhan Ersel tarafından kaleme alınan Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan ‘Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları’ adını taşıyan yapıtından alıntılanmıştır.