Bu yıl yani içinde bulunduğumuz 2024 yılı halifeliğin kaldırılışının yüzüncü yılı. O nedenle Mustafa Kemal Atatürk tarafından hilafetin TBMM kararıyla kaldırılışının yüzüncü yılında daha önceden de çok konuşulan tartışılan bu konuya dair ‘onun/ bunun/ şunun’ söyledikleri, yalan yanlış anlattıkları, palavradan salladıklarıyla değil, tarihin tanıklığında, o döneme ait belge, bilgi ve tutanaklara dayalı gerçeklerle hilafetin kaldırılışının, halifenin yurt dışına sürgün edilmesinin gerekçeleri ve sebeplerine ilişkin İnternet üzerinden derlediğim bilgiler, tarihçi Sinan Meydan’ın bu konuya dair araştırma yazılarından kısa alıntılar yaptığım bir yazı kaleme aldım; Atatürk, 16 Ocak 1923’de İzmit’te şöyle bir konuşma yapmıştır; “Şöyle bir hayal vardır ki hilafet sıfatını takındığımız zaman bütün İslam âlemi bize yardımcı olacaktır. Nedir yani? En felaketli anları geçirdiğimiz zaman ne yaptılar? Bizim aleyhimize gelip savaştılar.”
Yazımın başında da belirttiğim gibi bu yıl, halifeliğin kaldırılmasının yüzüncü yılı. Devlet başkanına ya da sultana veya padişaha dinsel dokunulmazlık kazandıran halifeliğin 1924’de kaldırılmasıyla hem ‘ulusal egemenliğin’ önündeki en büyük engellerden ikincisine son verilmiştir. Bu engellerden ilki saltanattı, saltanat 1923’de kaldırılmıştır. Böylece genç Cumhuriyet’in istediği biçimde ‘egemenlik kayıtsız şartsız’ ulusun olmuştur. Böylelikle Cumhuriyet’in laikleşmesi yolunda da çok güçlü bir adım atılmıştır. Atatürk, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra önemli devrimlerini yapmadan önce halkın nabzını tutmaya daima özen gösterirdi. Bu amaçla yurt gezilerine çıkmıştır. Yapacağı devrimleri halka anlatmış, kendisine sorulan sorulara yanıt vermiş hemen her konuda kamuoyunu aydınlatmıştır. Atatürk, halifeliği kaldırmadan yaklaşık bir buçuk ay önce de bir yurt gezisine çıkmıştı. 14 Ocak 1923’ten 20 Şubat 1923’e kadar tam otuz beş gün süren Batı Anadolu gezisinde Eskişehir, Arifiye, İzmit, Bursa, Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Manisa, Akhisar, Balıkesir ve İzmir’de gazetecilerle, yöneticilerle, komutanlarla ve halkla bir araya gelip görüş alışverişinde bulunmuştur. Atatürk, kendisinin kaleme aldığı ve TBMM kürsüsünden okuduğu Nutuk’ta, 35 gün süren bu Batı Anadolu gezisinin amacını şöyle açıklıyordu: “Padişahlığın kaldırılması, halifelik makamının yetkisiz kalışı üzerine, halk ile yakından görüşmek, düşüncesini ve eğilimini bir daha incelemek önemliydi. Halkı uygun yerlerde toplayarak uzun görüş alışverişinde bulundum. Halkın bana diledikleri gibi serbest sorular sormalarını istedim. Sorulan sorulara 6-7 saat süren konuşmalarla cevap verdim.” Atatürk, 15 Ocak 1923’te gittiği Eskişehir’de ise bazı yöneticilerle ve Eskişehir milletvekili ile 16-17 Ocak 1923 günlerinde de İzmit Kasrı’nda İstanbul’dan gelen gazetecilerle yaptığı İzmit Basın Toplantısı’nda ve İzmit’te halkla konuşmasında halifelik konusunda da ayrıntılı açıklamalar yapmıştır. İzmit’e gittiğinde, Afyonkarahisar Milletvekili Hoca İsmail Şükrü Efendi’nin Ankara’da “İslam Halifeliği ve Büyük Millet Meclisi” başlıklı bir risale yani kitapçık da yayımladığını haber alan Atatürk, hocanın halifelik konusundaki tezlerine İzmit’te yanıt vermiştir. Atatürk, Nutuk’ta bu konuda şunları anlatmaktadır: “Gerçekten gerici bir grup, Afyonkarahisar milletvekili Hoca Şükrü’nün imzasıyla ‘İslam Halifeliği ve Büyük Millet Meclisi’ adıyla bir kitapçık yayımladı. Bu kitapçığın Ankara’da 15 Ocak 1923’te yayımlandığı ve bütün Meclis üyelerine dağıtıldığı bana İzmit’te bildirildi. Kitapçığın üzerine sadece 1339 (1923) yılı yazılmıştı. Ama kitapçığın, daha ben Ankara’da iken hazırlanıp basıldığı ve benim Ankara’dan ayrıldığım 14 Ocak 1923 gününün ertesinde ortaya çıkarıldığı anlaşılmıştır. Şükrü Efendi Hoca ve arkadaşları, ‘Halife Meclis’in, Meclis halifenindir’ gibi bir uydurma sözle Millet Meclisi’ni halifenin danışma kurulu ve halifeyi Meclis’in ve dolayısıyla devletin başkanı gibi göstermek ve kabul ettirmek istemişlerdir. Arz etmeliyim ki Şükrü Efendi Hoca ve onun imzasını ileri süren politikacılar, sultan veya padişah unvanını taşıyan bir hükümdar yerine, unvanı halife olan bir hükümdar koyarak konuşmalar ve iddialar ortaya atmışlardı… Bütün Müslümanları kapsayacak bu muazzam hükümdarın eline kuvvet olarak 300 milyon Müslüman ümmetinden yalnız 10-15 milyon Türk halkını lütfetmişlerdi. Muhterem efendiler. Bu kadar bilgisiz, dünya durum ve gerçekleriyle bu denli ilgisiz olan Şükrü Hoca ve benzerlerinin milletimizi iğfal için ‘Müslümanlık Kuralları’ diye yayımladıkları safsataların esasen yeniden anlatılacak bir değeri yoktur. Fakat bunca asırlarda olduğu gibi bugün dahi kavimlerin cehaletinden ve bağnazlığından yararlanarak bin bir türlü siyasi ve şahsi amaç ve çıkar sağlamak için dini alet ve araç olarak kullanmaya kalkışanların içeride ve dışarıda bulunuşu bizi bu konuda söz söylemekten ne yazık ki şimdilik alıkoyuyor. İnsanlıkta, din duygu ve bilgisi, her türlü boş inançlardan ayrılarak gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya kadar din oyunu aktörlerine her yerde rastlanacaktır.”
1923’te halifeliği savunan Şükrü Hoca gibilerine yanıt veren Atatürk, 300 milyonluk İslam dünyasını bir halifenin yönetmesinin akıl ve mantıkdışı bir hayal olduğunu belirtmektedir. Halifeliği savunan Şükrü Hoca ve yandaşlarının halkın ‘cehalet’ ve ‘bağnazlığından’ yararlanan ‘din oyunu aktörleri’ olduğunu söylemektedir. Ne acıdır ki halifeliğin kaldırılmasından tam da yüz yıl sonra bugün de, Şükrü Hoca gibileri ‘din oyunu aktörleri’ Türkiye’de hâlâ sahne alabilmektedir. Atatürk, halifeliğin neden ‘anlamsız, mantıksız’ ve ‘hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir hayal’ olduğunu Nutuk’ta şöyle açıklamıştır: “Onların ileri sürdükleri gerekçe ve hükümlere göre halife adında hükümdar; Çin, Hint, Afgan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Mısır, Trablus, Cezayir, Fas, Sudan, kısacası dünyanın her tarafındaki Müslümanların ve Müslüman memleketlerin işlerinde söz sahibi olacaktı. Bu hayalin hiçbir vakit gerçekleşmemiş olduğu bilinmektedir. Bu tarihsel gerçeği bilmezlikten gelerek hemen hepsi yabancı devletlerin uyruğu olan ya da bağımsız olan Müslüman milletlere ve devletlere halife adıyla bir hükümdar atamak akıl ve gerçekle bağdaşabilir miydi? Özellikle böyle bir hükümdarın makamını korumak için bir avuç Türkiye halkını bu işe adayarak bağlamak, onu yok etme yönünde uygulanagelen önlemlerin en etkilisi olmaz mıydı? ‘Halifeliğin devlet, halifenin devlet başkanı olduğunu’ söyleyenlerin amaçlarının halife unvanlı bir kişiyi Türkiye devletinin başkanlığına geçirmek olduğu kolaylıkla anlaşılabilirdi.” Büyük Önder Atatürk, Eskişehir’deki konuşmasında ise “Bağımsız bir Türkiye devleti varken ve egemenlik kayıtsız şartsız milletinken” Türkiye’de halifeliğe yer olmadığını açıkça söylemiştir. Atatürk, Eskişehir’de ve İzmit’te, halifeliğin tarihsel sürecini de anlatmıştır. “Bütün İslam dünyasının bir noktadan sevk ve idaresi, halife adında bir adam tarafından sevk ve idaresi görülmemiştir” dedi. İslam tarihide aynı anda birden fazla halifenin “Müminlerin emiri” olarak hükümet ettiklerini belirtti. Dünya Müslümanlarını ‘Ümmet’ adı altında bir noktada birleştirmenin imkânsız olduğunu söyledi. “Dinen, hilafet denilen şey yoktur” dedi. Örneğin, Hz. Ömer’in halife değil, “Müminlerin Emiri” olduğunu belirtti. “Hilafet demek hükümet demektir.” Bizim bir hükümetimiz vardır. “Buna nazaran başkaca halife söz konusu olamaz” dedi. “Bu devletin halife ile ilgisi yoktur” diye de ekledi. Daha sonra da Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun, Türkiye’de halifeliğe yer vermediğini açıkladı. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. ‘Kayıtsız şartsız’ ifadesini buradan kaldırmadıkça Türkiye devleti herhangi bir kişiye veya herhangi bir makama, hâkimiyetini kapsayan hiçbir yetki veremez” dedi. Atatürk, İzmit Basın Toplantısı’nda, halifeliği kaldırma gerekçelerini de şöyle açıkladı: “Dünya yüzünde bağımsız yeni bir Türkiye devleti vardır. Bu devleti kuran milletin bir TBMM’si vardır. Milletin, memleketin tek temsilcisi bu Meclis’tir. Türkiye devletinin başkanı da vardır. Bu şekil, dinidir, bilimseldir. Özellikle devletin bağımsızlığını en iyi koruyacak bir şekildir. Ve özellikle milli egemenliği gerçekleştirecek bir şekildir. Türkiye devleti başka bir makam tanımaz ve gerçekte başka bir makam yoktur. Yani halifelik makamının resmi bir niteliği yoktur.” Atatürk, İzmit’teki o konuşmasında halifenin ‘tarihsel bir sembol’ olduğu iddiasına da şöyle yanıt vermiştir: “Bizim sembolümüz değildir. Kimse böyle sembol tanımıyor ki. Zannediyor musunuz ki Hintliler, Mısırlılar, Afganlılar vesaireler dini bir ilgi ile bize bağlıdırlar. Bunların bizden rica ettikleri şey, siz çalışın biz kurtulalım ve biz size hilafetten dolayı bağlıyız. Efendim, hilafetten dolayı bana bağlı olma! 70 milyonu kurtarmak için de 8 milyonu mahva teşebbüs etme. Mısır 14 milyon nüfusa sahiptir. Bizden daha fazla nüfusludur. Kendilerini kurtarmaya çalışsınlar. Efendiler, hilafet milletimize baş belasıdır. Osmanlı padişahlığı, hilafeti almadan önce Osmanlı döneminin en parlak aşamasını yapmıştır. Fakat bu hilafeti aldıktan birkaç yıl sonra düşüşe başlamıştır… Yani hilafet hiçbir şey kazandırmamıştır. Birçok musibetler getirmiştir.” Atatürk, o konuşmasında devamla şu görüşlerini de belirtmiştir. “Millete anlattım ki bütün Müslümanları içine alan bir devlet kurmak göreviyle yükümlüymüş gibi düşünülen bir halifenin görevini yapabilmesi için Türkiye devleti ve onun bir avuç insanı halifenin buyruğuna verilemez. Millet bunu kabul edemez. Türkiye halkı bu denli büyük bir sorumluluğu, bu denli mantıksız bir görevi üstüne alamaz. Milletimiz yüzyıllarca bu boş görüşle hareket ettirildi. Fakat ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlatlarının miktarını biliyor musunuz? Suriye’yi, Irak’ı korumak için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için kaç insan yok oldu, bunu biliyor musunuz? Ve sonuç ne oldu görüyor musunuz? Halife’ye dünyaya meydan okutmak ve onun bütün Müslümanların işlerini elinde tutmak düşüncesinde olanlar, bu görevi yalnız Anadolu halkından değil, onun sekiz, on katı nüfusa sahip büyük İslam kütlelerinden istemelidir. Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının, artık kendi hayat ve saadetinden başka düşünecek bir şeyi yoktur. Başkalarına verecek bir zerresi kalmamıştır.”
Atatürk; 100 yıl önce, son derece gerçekçi ve bilimsel bir şekilde halifeliğe karşı çıkmıştır. Halifeliğin İslam dünyasını birleştirmediğini, Türklerin halifelik hayaliyle İslam dünyasının sorumluluğunu üzerlerine alamayacaklarını, halkın cehaletinden ve bağnazlığından yararlanan ‘din oyunu aktörlerinin’ halifeliğe sahip çıktığını, halifeliğin Türk ulusunun tarihi sembolü olmadığını, halifelik isteğinin boş bir hayal için Türkiye’yi mahvetmek anlamına geldiğini, halifeliğin Türkiye’nin bağımsızlığına ve Türk ulusunun egemenliğine, Cumhuriyet’e ve Anayasa’ya aykırı olduğunu herkesin anlayacağı biçimde açıklamıştır…
Yorum yapın