Özellikle son 40-45 yıldır ivme kazanan radikal İslami hareketlerin içerisine çok ilginç şahıslar ithal edilmiştir. İthal edenler ise Batı dünyasının ekürisi, siyonist ve aynı zamanda küresel güç odaklarıdır. İslami hareketlerin tarihçesini çok iyi inceleyen ve irdeleyen bir isim olarak bildiğim İlahiyatçı Nazif Ay'a göre; İslami hareketlerin içine ithal malı olarak sokulan en önemli aktrislerinden biri 1960’lı yıllarda siyaset felsefesi doktorası yapmış olan New York'lu Musevi yani Yahudi asıllı Margaret Marcus’tur. Margeret Marcus önce Hristiyan olmuş, sonra da Müslümanlığı seçmiş ve adını Meryem Cemile olarak değiştirmiş bir isim olarak göze çarpmaktadır. Meryem Cemile, yani Margaret Marcus, Pakistan’da Sosyalizmi İslam’la evlendirmek isteyen İslami teorisyenlerden Mevdudi’nin sağ koluyla evlendirilmiş. Lüks otellerde kalan ve Batı tarzı eğlence partilerine katılan Mevdudi, İslam’ın Sosyalizm ile birlik olmasını savunarak ön plan çıkmaya başlamıştır. O yıllarda İsrail’in Araplara karşı tehdit edici, dayatmacı, küçümseyici tavırları Müslüman Arapları ve diğer Müslüman kitleleri rahatsız başlayınca derhal yeni bir projenin(!) hayata geçirilmesi için düğmeye basıldı. Söz konusu projede aktif rol alan Meryem Cemile, İsrail’in piyonu olarak kullanılmaya başlandı. Bu proje özetle şöyleydi; 'Vatan' ve 'millet' gibi kavramların Müslümanlarca kullanılmaması gerektiği, bu kavramlara önem vermenin 'ırkçılık' olduğu tezi yüksek sesle ve de ısrarla duyurulmaya savunulmaya başlandı. 'Vatan' ve 'millet' gibi kutsal değerleri yıpratarak Müslüman halkları kimliksizleştirmede İsrail’in lehine büyük hizmetlerde bulunuldu. Sözünü ettiğim bu projenin sözcüsü Margeret, yani yeni adıyla Cemile; “Vatan, seccadenin olduğu yerdir. Başka vatan aramaya gerek yoktur. Çünkü İslam evrenseldir. İslam’ın var olduğu, seccadenin serilebildiği her yer vatandır!” diyordu. İslami siyasete büyük anlamlar yükleyen İslamcılar ve öncelikle Araplar, 1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren ‘Önce vatan’ veya ‘Önce seccade’ diyerek iki kısma bölünmeye başlamışlardı. Nihayetinde 1967'de yaşanan 6 Gün Savaşları’nda küçücük İsrail, 100 milyondan fazla nüfusu barındıran Müslüman Arapları bin bir parçaya bölmeyi başardı. Bu bölünme ve parçalanma süreci 70'li yılların sonundan itibaren, 80'li ve 90'lı yıllarda sonrasında 2000'li yıllarda artarak devam etti ve günümüze kadar geldi. Tüm bunların başlıca ve hatta ana sebebi ise buraya kadar anlatmaya çalıştığım, on yıllardır ilmik ilmik işlenen büyük algı politikasının ne denli başarıya ulaştığını görmekten geçmektedir. Aslında sizlere anlatmaya çalıştığım konuları, İnternet üzerinden derlediğim bilgilerden edindim. Bu bilgileri elde ettiğim kaynaklardan en önemlisi de yukarıda sözünü ettiğim ilahiyatçı Nazif Ay'dır. Bu son derece önemsediğim isim, yani Nazif Ay, peygamberimiz Hz. Muhammed'in baba tarafından soyunun onuncu göbekten Hz. İsmail'e dayanmakta olduğunu ve peygamberimizin Türk soylu olduğunu öne sürmektedir. Nazif Ay'ın bu konudaki iddiası şöyledir; "Hz. Muhammed’in baba tarafından soyu onuncu göbekten Hz. İsmail’e dayanmaktadır. Hz. İsmail’in babasının adı da Hz. İbrahim’’dir. Kur’an’da İbrahim’in babasının adı “Azer” diye verilmektedir. (En’am Suresi, Ayet 74) Bazı Arap tarihçilerinin de içinde bulunduğu fikir insanlarına göre; Azer, Azerbaycanlıları içine alan Türk boyuna mensup bir Türk’tür. Fakat bazı tarihçilere göre ise Azer, Sümer uygarlığının bir üyesiydi. Ancak, Muazzez İlmiye Çığ ve kimi Sümerologların iddiasına dikkat edersek Sümerler zaten Türk ailesine ait bir topluluktur. Sümer ismini onlara başka topluluklar koymuş olup onlar kendilerine Kender diyorlardı. Kenderler, Orta Asya’dan gelen Türk boylarındandı. Tüm bu ayrıntılar öylesine ciddidir ki kimi Arap kaynaklarında bile Hz. Muhammed için “Aslen Arap olmayıp zamanla Araplaşmış Arap” anlamında ‘Musta’ribe Arap’ ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz. Bu noktada en önemli itiraz, hiçbir peygamberin babasının, yani peygamberlerin atalarının müşrik olamayacağı inancıdır. Oysa Hz. Nuh’un oğlunda olduğu gibi, peygamberlerin kendileri korunmuş olsa da aile yakınlarının şirkten uzak olma şartı yoktur. Bu noktada Irkçılığın dinde ve insanlık değerlerinde asla kıymeti olmadığını özellikle belirtmeliyim.”
Tüm inananların inançlarını doğru biçimde ve de sömürülmeden dolayısıyla kandırılmadan yaşayabileceği günler dileğiyle bu günlükte bu kadar derken yarın yeni bir konu başlığı ve içerikle yeni bir yazımla buluşmak umuduyla..
Yorum yapın