“Bu türbenin acilen bakıma ihtiyacı var”.
Kılcı Dede Yatırı (türbesi) Aygören Mahallesinde eski Edremit yolu ile yenisi arasında Emin Ağa Camii'nin hemen altındaki çıkmaz arada bulunmaktadır.
Osmanlı devletinde konargöçer Yörükler vergiye tabi unsurlardı. Yörüklerin arasında Karakeçili Yörükleri Osman beyin aşiretinden olduğu için ayrıcalıklı görülen her zaman farklı tutulan aşiretti. Yörüklerin vergilendirilmeleri mal, hizmet ya da para olarak alınmakta idi. Bu vergiler Yörükhan zabitleri denilen kişiler tarafından toplanır ve devlete iletilirdi. Karakeçili Yörüklerinin vergilerinin önemli bir kısmı Mekke ve Medine gibi kutsal yerler için harcanırdı.Bunun için Karakeçili Yörüklerine Harmeyin, Muhteremeyn aşireti de denilirdi.
Balıkesir çevresindeki Karakeçili Yörükleri devlete vergi olarak "Kıl" verirdi. Her yıl belli aralıklarla Balıkesir Abahanesine merasimle bu kıllar teslim edilir ve burada imal edilen abalar Osmanlı ordusun da bulunan yeniçeri ve sipahi askerleri için kullanılırdı. Karakeçili Yörüklerine Balıkesir Seriyye sicillerinde "kıl donlu cemaat" de denilirdi.
Vergi düzeni içerisinde kılların toplanması Abahaneye satılması elde edilen paranın götürülüp Mekke ve Medine gibi kutsal yerlerde harcanması için bir görevli bulundurulurdu. Genellikle seyyit ve şerif olan bu görevlilere Hacı ya da Nakib-ül eşraf denilirdi. Bu zatlar Hz. Peygamberin soyundan gelen seyyit ve şerif olanların hizmetiyle görevli oldukları için halk arasında büyük hürmet görürlerdi.
Burada yatan zat "kıl" vergisinin yönetimiyle görevli olan muhtemelen Hz Peygamberin soyundan gelen kişidir. Kılcı Arap hacı olarak anılan bu kişi zamanla Arap Kılcı dedesi olarak bilinmeye başlamıştır.
Hoca Kuyu Sokağı No:30 da bulunan bu yatır son zamanlarda bakımsızlıktan perişan halde. Bu yatır elden geçirilirse iyi olacak. Yetkililere duyurulur.
/////
DİNLER BU ÜLKEDE BİR ÇİÇEK GİBİDİR
Vezir Rüstem Paşa, dünya üzerindeki bütün dinleri ve başka dinlere bağlı milletleri İslam Dini altında birleştirmek isteğini taşıyordu. Bu düşüncesini bir gün Kanuni Sultan Süleyman’a açtı. Bunun üzerine Kanuni Sultan, paşaya yerden bir çiçek beğenmesini söyledi. Paşanın seçtiği çiçeği eline aldı ve yapraklarını teker teker kopardı. Sonra çiçeğin üzerinde kalan tek renkli yaprağın hoşuna gidip gitmediğini Rüstem Paşa’ya sordu.
Hangisi daha güzel ve doğal? Tek renkli çiçeği mi beğendin, yoksa çok renkli çiçeği mi? Rüstem Paşa tereddüt etmeden ve fazla düşünmeye gerek görmeden cevap verdi. Sultanım, elbette ki çok renkli çiçek daha güzel ve cezbedici.
Paşanın cevabı, tam da Kanuni’nin beklediği cevaptı. Son sözünü artık rahatlıkla söyleyebilir ve gerekli mesajı vezire iletebilirdi. Dinler ülkemde bu çiçek gibidir. Bütün inançlar bu çiçeğin renklerini oluşturur. Ama tabii ki; İslam çiçeği bütün çiçeklerden daha güzel ve üstündür. Allah'ın sevdiği ve insanlar için tercih ve tavsiye ettiği İslam çiçeğidir.
Birçok dini ve milleti şemsiyesi altında toplayan Osmanlı ülkesinde en küçük köyünden başşehir İstanbul’a kadar cami, kilise ve havra yan yana bulunuyordu. Kimsenin ibadet ve inancına karışılmıyor, herhangi bir çatışma yaşanmıyordu. Geleceğin padişahlarından Sultan II. Mahmud da bu konuda aynen ataları Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi düşünüyordu. Ülkemde, Müslümanları camide, Hristiyanları kilisede, Musevileri de havrada görmek bana mutluluk verir.
Yorum yapın