Atalarımız; “Bin bilsen de sen yine de bir bilene danış!” demişler. Gerçeğe ulaşmak, doğru kararlar almak için güvendiğimiz, insanlara, onların fikirlerine, deneyimlerine ve birikimlerine, değer verdiğimiz büyüklerimize danışmamız ve onlarında fikirlerini almamız, düşüncelerini başvurmamız her zaman için yararımıza olmuştur, daima olacaktır. Buna her zaman ve her ne şart altında olursam olayım, daima yürekten inandım, inanmayı da sürdürüyorum. Çünkü her insanın aklı, bilgisi, birikim ve deneyimi, en önemlisi bakış açısı farklıdır. ‘İnsanlar renkler gibidir ve her insan farklı bir renktir.’ Bu nedenle bir kişinin göremediği, akıl edemediği bir şeyi, başka biri rahatlıkla görebilir. Zaten ‘herkes her konuda bilgi sahibi olacaktır, bilgi sahibi olmaya zorunludur.’ diye bir kesin kural yoktur, olmaz da!.. Cumhurbaşkanı’nın, siyasal parti başkanlarının neden onlarca danışmanları var sanıyorsunuz. Çünkü ‘bilmemek değil öğrenmemek ayıptır!’ şeklinde herkesin düstur kabul etmesi gereken bir atasözü vardır, yüzyıllardır söylenen, dillere adeta pelesenk olmuş!..

Başkalarının fikirlerine değer vermemek, her şeyi ‘ben bilirim!’ ya da ‘sen kim oluyorsun!’ düşüncesinde olmak bence ayıpların en büyüğüdür ve öyle düşünen insanlar için de ciddi anlamda önemli bir kayıptır. İnsanlığın başlangıcından beri her zaman için fikirlerini başkalarına danışarak alanlar en doğru kararları almış olan insanlardır. Bu nedenle kimseyi küçük görmemeli ve her konuda çevremizdekilerin fikrini almaya özen göstermeliyiz. Daha önce de bu sütunlarda defalarca yazdım; “Gayesine ulaşmak için şeytan ile dahi iş birliği yapanlar, iblis olarak etiketlenmekten asla kurtulamazlar. Allah katında, günahkar kullarının en lanetli olanları onlardır!..”

Yazılarımı aksatmadan sürekli takip edenler mutlaka anımsayacaklardır, aylar önce yine bu sütunlarda yer verdiğim, konuya ilişkin yakın geçmişte yaşanmış, hemen herkes tarafından bilinen örneklerden birini yinelemek gerekir ise; “Sözgelimi, yaptığı haberlerden, yazdığı yazılardan ettiği kelamlardan rahatsız olduğunuz, istediği paralar ve ödemeniz için gönderdiği faturalar nedeniyle çok bunaldığınız, ama bir türlü reddetmeye cesaret edemediğiniz etiketinde gazeteci olan birilerinden sağa sola talimat vererek kurtulacağınızı zannetmeniz, sizi yanıltan ne denli acı bir gerçek ise, o sözde gazeteciler ve onların paçasına yapışmış çıraklarıyla etrafınızdaki yalaka ve yağdanlıkların yetersizliği yüzünden biçare kalarak  zaruret hasıl olduğunda kerhen de olsa can ciğer kuzu sarması olup, istemeyerek de olsa ittifak etmeniz, ittifak etmiş gibi görünmeniz onlardan medet ummanız ve onun gibileri de diğerlerine karşı kullanmanız da, ya da kullanmaya tenezzül etmeniz de bence o denli gaflettir, delalettir, hatta kendi inandığınız değerlere ihanet olarak değerlendirilir!.

Demedi demeyin sakın ha!..

Yukarıda anlattıklarımdan da anlaşılacağı üzere, kimileri, kimi zamanlarda bu memleketi, halen ‘köpeksiz köyde değneksiz gezilen bir yer’ olarak görmeye devam edebilmektedir!..

Kimileri ise, belki de ironi yaparak bu memleketi, ‘taşların bağlandığı, köpeklerin salındığı’ bir yer olarak görme alışkanlığı içine girmişler ve o nedenle adeta yaşanan her şeyi kanıksamışlardır. Genel bakış açısıyla değerlendirildiğinde, her iki benzetmeyi de ‘doğru kabul edenler’ olabilir…

O nedenle tüm bu satırları ‘sonuçta yine kaybedenler bu memlekette yaşayanlar yani bizler olmayalım’ diye yazdığımı, özelikle bilinmesini istiyorum. Çünkü ‘ihtirasa dönüşen hırsların, kişisel menfaatlere dayalı hesaplarla, sonuca giden her yol mubahtır, anlayışıyla her türlü emellerine ulaşmayı amaçlayanların sonu, kargaların kılavuz kabul edildiği bir ortamda, elbette hüsranla bitecektir, öyle bitmeye mahkumdur!..’

Yazılarımda çoğu kez öne sürdüğüm, iddia ettiğim, gerçekleşebileceğini ifade ettiğim, ‘tüm öngörülerimin’ benim emin olduğum doğrultuda ve doğrulukta, ortaya çıkması, gerçeğe dönüşmesi için, tek gerekli unsur, zaman ve o zamanın geçmesi bekleyecek ölçüde gösterilmesi gereken sadece sabırdır. ‘O sabrı, sonunda haklı çıkacağımı bildiğim için, azami ölçülerde gösteriyorum, göstermeye gayret ediyorum…’

O yüzden bazen yazdıklarımla, anımsatmalarda, hatta uyarılarda bulunuyor, bazen de inceden dokundurarak, ‘kaybedenin memleketim dolayısıyla bizler olmaması için’ azami çaba gösteriyorum. Umarım, bugün yazdıklarım da halen horlayarak gaflet uykusunda uyuyan birilerinin kulağına küpe olur, gaflet uykusundan uyanmasını sağlar ve doğruyu bulmalarına dolayısıyla bu memlekette yaşayanların yani bizlerin menfaatlerine uygun davranması yönünde yardımcı olur. İşte o zaman ‘belki ben de daha iyi anlaşılır ve kıymet görürüm!’ Bir halk özdeyişinde ne güzel demişler; “Keser döner, sap döner, gün gelir yanlış hesap Bağdat yolundan döner!..”