Dünyaca ünlü Fransız yazar ve düşünür Victor Hugo’nun 1700’lü yılların sonlarına doğru kaleme aldığı bir yapıtında ‘Aklını kendin kullanma cesaretini göster!’ Şeklinde bir özdeyişi vardır. İnsanın aklını kullanma cesareti de bana göre ancak ‘özgüven’ ile mümkündür…
- sözlüklerde ‘kişinin kendine güveni’ diye tanımlanmaktadır. Bu durumun insanı düşüncesi, algılaması, yaratıcılığı, ruhsal yapısıyla seçkin kılmak gibi özellikleri belirleyen ‘özgüven’ kavramını çağrıştırmadığı bence açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca her gün, özgüvenin kabadayılara, kavgacılara, vurup kırıcılara, atıp tutanlara yakıştırıldığının çok belirgin örnekleriyle karşılaştığımız da toplumsal bir yara olarak karşımızda durmaktadır.
Günümüzde son derece bağnaz, sığ ve donuk kafalı cahil yaratıkların, ancak özgüven duygusuyla yaratılabilecek “Beni bende demen (demeyin) bende değilim/ Bir ben vardır bende benden içeri” dizelerinin, bizim aramızdan çıkan Yunus Emre’nin bir özdeyişinden aktarıldığını bilmemeleri dolayısıyla anlamamaları bir yana, o tarif ettiğim gibi yaratıkların daha doğrusu maalesef ‘insan’ demek zorunda kaldığımız bu türden yaratıkların aklından bile geçmez, olduğunu bilmemiz gerekmiyor mu?..
- duygusunu olabildiğince mutlu, yaşadığı hayatın tadını çıkartmasını bilenlerde daha doğrusu becerebilenlerde arayan kimileri bu durumu belki de ‘kişinin kendine duyduğu özsaygı’ diye tarif edebiliyorlar. Oysa bana göre, özgüven duygusu; ancak ‘herkeste olmayan ancak olması gereken yaratıcı bir duygu’ biçiminde tanımlanabilir ve öyle anlaşılmalıdır. Kanaatim odur ki; ‘özgüven duygusu’ ancak böyle tanımlanır ve algılanırsa ancak o zaman onun anlam alanına biraz daha yaklaşılmış olur...
Özgüven duygusu; üzerine yapıtı da bulunan dünyanın tanınmış düşünür ve sosyologlarından Gael Lindenfield, özgüven duygusunu ‘kendine özgü bir davranış’ şeklinde tanımlamış bir de ‘iç güven-dış güven’ diye ikiye ayırmıştır. Gael Lindenfield; İnsanın insanları sevmesini, çevresinde bulunan başkaları üzerinde güven uyandırmasını, dahası özverili davranmasını da ilave ederek karakter yapısıyla örtüştürmeye çabalamasını özgüven duygusu denilen kavramın daha da anlaşılmaz hale getirebileceğini ifade etmektedir.
Elbette bana göre de ‘Özgüven duygusu, herkese özgü içsel bir duygudur. O nedenle özgüven duygusu, kanımca ne başkasından öğrenilebilir ne de başkalarına öğretilebilir. Yine de ‘özgüven duygusu’ denilen kavramı elbette öğrenmenin ve de öğretmenin bir yolu bulunacaktır. Belki de bir gün bakarsınız bir gün, insanın, içinde bulunan bir öğretmen, çevresini bilgiyle donatan kitapların içeriğini, yaratıcılığını öne çıkararak güzel sanatlarda bulunan kalıtsal hissiyatlarını zihnindeki düşünce potasında kaynaştırıp özgüven duygusu denilen düşünsel kavramı kişiliğimizin bir parçası haline getirmeyi başarabilecektir.’
Bu türden bir kanaat ile yıllar geçince yaşlanıp ellerini kullanamayan hale gelen ve dolayısıyla resim yapamayan tanınmış Fransız ressamı Renoir’ın, fırçayı parmaklarına iplerle bağlatıp, kadın güzelliğini çizimiyle, renk seçimiyle sanatsal kılan bir özgüven duygusuyla gerçekleştirdiğini anlatan bir sinema filmini umarım sizlerde izlemişinizdir, eğer izlemedi iseniz izlemenizi öneriyorum.
Buraya kadar yazdıklarımdan dolayısıyla anlattıklarımdan sonra ‘İŞİN ÖZÜNE’ gelmek amacıyla şu tespitleri mutlak yapmam gerekiyor; insanı erdemli kılan bu sözünü ettiğim ‘özgüven duygusu’ sıradan insanların çoğunda ‘özenme’ hatta özendiğini yapamamaktan/ beceremediğinden dolayı bir ‘kıskanma’ duygusu olarak kalmaktadır. Ancak şair, yazar gibi ‘AYDIN’ olarak bilinen kesimlerde toplumlardaki bireyleri çağına göre etkileyen felsefeciler ve düşünürlerde bulunmaktadır. Dünyaca tanınan ‘Don Kişot/Don Quoijote’ yapıtının İspanyol yazarı Cervantes; ‘Unutma, kendi çatısı camdansa eğer, delidir taş toplayan, komşuya atmak için’ demiştir. Cervantes; bu derin anlam taşıyan sözlerinin devamında ise “İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor, sevilmekten de korkuyorlar. Kendilerini sevilmeye layık görmediği için: Düşünmekten de korkuyor, kendilerine sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyorlar, eleştirilmekten korktukları için. Duygularını ifade etmekten korkuyorlar, reddedilmekten korktukları için. Yaşlanmaktan korkuyorlar, gençliklerinin değerini bilmedikleri için. Unutulmaktan korkuyorlar, yaşadıkları dünyaya iyi bir şeyler veremedikleri için. Ve ölmekten korkuyorlar, aslında yaşamayı bilmediği için” vurgusunu bence özellikle yapmıştır, diyebiliriz.
Siz saygıdeğer okurlarımdan çoğunuzun okuduğunu düşündüğüm ‘Sefiller’ baş yapıtının yazarı Victor Hugo; 1784 yılında yazdığı bir denemesinde “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanmasıdır.” Tespitini bence özellikle yapmıştır. Victor Hugo’nun ‘Aklını kendin kullanma cesaretini göster!’ şeklindeki sözü ile birlikte ‘şimdi aydınlanmanın parolası olmaktadır’ diyen bir diğer önemli düşünür Kant’ın bu türden görüş ve düşünceleri kanımca onlarda fazlasıyla bulunan ‘özgüven duygusu’ üzerine ‘CUK’ oturan biçimde söylememiş olsalardı eğer günümüzde en duyarlı kişiler bile belki de ‘gündüzün ortasında karanlığı yaşamalarına sebep olacaktı!..’
Yorum yapın