AKIL BİR KERE TUTULURSA..

Eğer yanlış hatırlamıyorsam, geçen yılın Ocak ayının sonlarına doğru çoğu kez olduğu gibi yine zaruret hasıl olduğundan benzer başlık ve içerikte bir yazım yayımlanmıştı. Şimdi yine bana göre ‘zaruret hasıl olduğundan’ yine aynı konuya ilişkin yararlı olacağını düşündüğümden dolayı yazma gereği duydum. Öncelikle sizlere tıbbi bir gerçeği açıklamak istiyorum. Uzun süre kullanılmayan yani hareket ettirilmeyen bir kas yorulduğunda ya da alışık olmadığı ölçüde zorlandığında şişer. Kasın verdiği bu tepkiye ise tıpta 'tutulma' denir. Ayak tutulur, kol tutulursa, geçen süre içerisinde kişiye büyük acılar verir. Bunu gerektiği durum ve zamanlarda sosyolojiye yani toplum bilimine çevirirsek de şunu söyleyebiliriz; Bizler böyle durumlarda bir bakıma 'akıl tutulmasını' da pek farkında olmasak da aynı anda yaşıyoruz..

Siyaseti pek sevdiğim söylenemez. Ama işim gereği, sevdiğim mesleğim uğruna 34 yılı aşkın bir süredir yerel ağırlıklı ama genel olarak siyasetin ‘ister, istemez’ içindeyim. Siyaseti ve siyasetçileri yerel ölçekte çok iyi öğrendiğime ve tanıdığıma inanıyorum. O pek sevmediğim ama nefrette etmediğim siyaset ve siyasetçilere ilişkin sıkça yazdığım makalelerle aklımın yettiği kadarıyla sürekli bir şeyler anlatmaya çalışıyorum, bazen de sert sayılabilecek eleştiriler yöneltiyorum. Siyaseti pek sevmememin nedenlerini kısaca sıralamak gerekirse öncelikle ben akıldan, bilimden, doğruluktan, dürüstlükten yana bir insanım. Dahası siyasetin bilim içine sokulduğunda sonuçlarının ne olacağını çok iyi kestirebiliyorum. Örneğin; Çok ama çok önemli bir ilacın bulunmasının hemen öncesinde, durumu 'siyaset' açısından değerlendirecek bir kişi olsa büyük olasılıkla çıkıp şöyle diyecektir; "Yahu ne gereği var ki, böyle bir deneyin! Hem zaman kaybı hem de zarar ve ziyan. Geceden bu yana ışıklar yanıyor. Kaç para elektrik faturası geldi, geçen ay haberiniz var mı?" Yine, son derece tehlikeli bir hastalığın ortadan kalkmasının son aşaması olan hayvan deneyi öncesi ‘siyasi bir bakış’ hayal edin; "Neden fareleri öldürüyoruz ki, günah değil mi? Annesi babası vardır. O da bir can taşıyor. Senin üzerinde yapsak bu deneyleri iyi mi olur?." 

Gayet uç noktada, karikatürize biçimde bu iki örneği vermişken, şunu da söylemeden geçemeyeceğim; Bu durum siyaseti yapacak kişileri ya da sevdiklerini, en zor durumdan kurtuldukları an, kendilerini iyileştiren ilaçların 'ne şekilde elde edildiğini' pek umursamayacaklardır. Burada siyaseti yapan kişinin siyaseti, derdin ucu kendine dokunana kadardır. Siyaseti bu gibi nedenlerle pek sevdiğimi söyleyemiyorum. Çünkü siyasetin böylesi gerçekten ikiyüzlüdür, ikiyüzlülüktür!.

Siyaset ikiyüzlüdür de acaba ‘siyasetin inanları’ nasıldır?.

Üstelik tüm siyasetçiler için ‘ikiyüzlü’ diyebilir miyiz?.

Sizleri bu yazımı okurken şöyle düşündüğünüzü veya düşünebileceğinizi tahmin edebiliyorum. Şunu iyi bilin ki, verdiğiniz veya vereceğiniz yanıtta asla yalnız değilsiniz. Bu yanıtın ne olduğunu ne olabileceğini hemen herkes zaten biliyor. Ancak ben size 'bilmediğiniz' ya da ‘kestiremediğiniz’ bir şey söylemek istiyorum; ‘Akıl tutulması!’ 

Siyasetin en büyük tehlikelerinden birisi de bizleri yani toplumu 'akıl tutulmasına’ itmesidir. Bizler, tıpkı kaslarımızın arada bir tutulduğu gibi ‘akıl tutulmaları’ yaşıyoruz. Belki kas tutulmasında olduğu gibi 'anında' yakmıyor canımızı ama bir gün mutlaka 'sızısını' hissediyoruz. Birileri de bizlerin 'aklımızı' kullanmamızı engelliyor, düşünmemizi engelliyor. Kendi fikirlerimizi benimsemiş, kendimize yakın hissettiğimiz kişilerin bazen de olsa ağız dolusu saçmalıklarıyla tatmin olmaya yani kendimizi kandırmaya çabalıyoruz. Bununla yetiniyoruz da üstelik..

Aklımızı kullanmayı da işte bu zamanlarda bir kenara bırakıyoruz. "Birileri zaten bizim yerimize düşünüyor, en iyisini yapmaya çalışıyor" diyenlerimiz yok mu?.

Oysa yanılıyoruz. Çünkü bu, hem aklımızı hemen hiçbir yerde kullanmamızı bize öğütlüyor hem de kullanmaya karar verdiğimizde kendi kendimizden kuşku yönünde adeta bizleri teşvik ediyor, aslında. Manipülasyonun yani yönlendirmenin bu nedenle hiç ama hiç farkına varmıyoruz, varamıyoruz..

Böyle olunca da 'uzmanlık' ve 'bilim' de kaygılarımız arasından çıkıveriyor. Bir iki süslü söz söyleyerek, iki parça eti veya tavuğu hafif yağda kızdırıp, üstüne salçalı su ekleyen hemen herkese 'usta aşçı' gözüyle bakıyoruz. ‘Sap ile samanı’ maalesef birbirinden ayırt edemiyoruz. Gözlerimizi kullanmayınca zamanla adeta körleşiyoruz. Tat alma duyularımızı adeta yitirmiş gibiyiz..

"Bu yemek olmamış!" demiyor, diyemiyor, "Eline sağlık" diyor, yetmedi takdir ediyoruz. Biz yapsak, belki de, daha iyisini yaparız ama maalesef fark etmiyoruz, ya da fark edemiyoruz!.

Evrende, dünyada, Avrupa da, Ortadoğu da, Türkiye’de, hatta Balıkesir’de  'yanlış' olan yanlış giden pek çok şey var. İşte bu yanlışların, hataların, kusurların, tersine giden şeylerin farkına varabilmek için öncelikle 'akıl tutulmasından' dahası 'akıl tutulmasının aymazlık halinden' kurtulmamız gerekiyor. Aksi halde akıl tutulmasından dolayı yaşanan ve gün geçtikçe yoğunlaşan ‘aymazlık hali’ yakın gelecekte korkarım ki, hepimizin sonuna getirmeye vesile olacaktır. O zamanda akılları tutulmayanlar dahi ‘kurunun yanında yaşta yanar’ misali kaçınılmaz biçimde yanıp, kül olacaklardır, maalesef!.