AK PARTİ’NİN OYU DAHA DA DÜŞER Mİ?
Son süreçte yani 3-4 aydır tartışılan bu temel mesele hem sosyal medyada hem
TV ekranlarında ve gazete köşelerinde yoğun tartışma konusu haline getirildi,
konuşulmaya devam ediyor. Öyle ya, ülke ekonomik olarak çöktü! İşsizlik ve
pahalılık durdurulamaz bir şekilde artıyor. Türk Lirası pul oldu, asgari ücret
artışa rağmen iki ay içinde eridi. Bu yılsonuna kadar yüzde 60’ın üstünde hatta
yüzde 70’e varan enflasyon bekleniyor. Ucuz ekmek kuyrukları uzadıkça uzuyor.
Yapısı temelden bozuk olduğu için ekonomide çarkların dönmesi için ithalat
bağımlılığının cari açık üretimi yeniden tepeye doğru gidiyor. Hazine
kâğıtlarından ve borsadan yabancı çıkışı sürüyor. Yani sizin anlayacağınız say
sayabildiğin kadar…
Buna rağmen, örneğin Balkanlar’da, Avrupa’da bir ülke böyle büyük bir çöküş
yaşasaydı, iktidarları götürürdü. Tamam, ülke yıkılsa AKP istifa etmez ama
yaklaşan seçimlere yönelik yapılan kamuoyu anketleri de AKP’nin ham oyunun
yüzde 25, geçerli oyunun ise yüzde 30-31 civarında çakılı kaldığını göstermiyor
mu, gösteriyor. O zaman bu işe benim aklı erenler doğal olarak soruyor; ‘Bunca
çöküşe rağmen! Bu ne iş?’ Diye..
Elbette ki, seçimler söz konusu olduğunda, iktidarların kaderini belirleyenin
ekonomik durum olduğu, iktidarın geleceği açısından ekonomi politikası
konusunda araştırma yapan bilim insanlarının üzerinde birleştiği bir olgudur.
İktidarlar bu nedenle ekonomiyi zor koşullarda bile mümkün olduğunca rayında,
ortaya yakın bir yerlerde tutma rekabeti içindedirler. Bu nedenle ülke
gelirlerinin çok üzerinde, bazen çok çok borçlanarak yaşarlar. Dünya
borçlanmak için büyük artık paralar içinde yüzüyor denebilir. Örneğin; ABD’nin
dış borcu 2009’da 12 trilyon dolar iken bu yılbaşında 30 trilyon dolara kadar
yükseldi. Dünyada borç verilmesini bekleyen, şüphesiz ki çeşitli yatırımlarda
değerlendirilen birkaç yüz trilyon dolar para var! Yeterince üretemeyen
ekonomiler bu borçlarla ayakta duruyor. Bu aydınlatıcı açıklamaların ardından
şimdi asıl konumuza dönelim; İktidarın ekonomide başarısızlık derecesine bağlı
olarak, seçimlerde oy yitiminin gerçekleşmesi beklenir. Şüphesiz bu, koşullara
da bağlıdır. Toplumun genelde ve gelir sınıflarına bağlı olarak hayat kalitesini
olumsuz etkileyecek ‘majör durumlar’ yani olağanüstü ve olağandışı durumlar
söz konusu değilse, iktidar etkilenmeyebilir. Bu ve buna benzer durumlar,
seçmen tarafından geçici olgu olarak değerlendirilir ve iktidara kredisini
sürdürmeye devam eder. Yine şüphesiz, ekonomi dışında, ülkede gerçekleşen
çok daha farklı büyük iç ve dış olaylar, felaketler de seçmenin bir kısmının
iktidardan desteğini çekmesini engelleyebilir. Bu açıların, bugün ülke için
seçimleri belirleyici nitelik taşımadığını belirtmek isterim. Sözün özü; Seçimlerin
belirleyicisinin büyük ekonomik çöküntü, büyük yoksullaşma olduğu bilinen
veya bilinmesi gereken bir gerçektir. Nitekim bu gerçeğin ülkemizde
de çalıştığını AKP’deki büyük seçmen kaybı da göstermektedir. Ama neden bir
türlü dibe vurmuyor bu iktidar? Sorusu hemen ilk önce akla gelmektedir. Yani
daha büyük oy kaybı beklentisi gerçeğini büken etkenler hiç yok mudur?
Özellikle de eksik demokrasilerde, yani otoriter rejimlerde, bu gerçeği büken
olgular epeyce çoktur ama..
Ama’sı şudur; İktidarın ülkede medyayı önemli ölçüde kontrol etmesi, bu yolla
yalan haberleri durmadan yayması, gerçeği gözlerden saklaması veya yaşanan
kötülüklere uyduruk bahaneler üreterek bunları topluma durmadan
pompalaması, yani beyin yıkama - çarpıtma mekanizmalarını sürekli kullanması,
daha basit bir ifadeyle seçmenin en azından bir kısmının iradesine konan
ipoteklerdir. Yalanı ne kadar tekrar edersen, bazı kafaları çelme ve gerçeklerin
görülmesini kısmen önlemede başarılı olabiliyorsun. Ülkemizde böyle bir durum
vardır. Ancak, acaba AKP’nin oyunun iddia edildiği gibi yüzde 25-30 bandında
çakılı kalmasında bu anlatageldiğim durumun etkisini ölçmek mümkün müdür?
AKP ve ortağı MHP’nin bir anlamda ters algıların pompalanmasıyla ‘çarptığı
beyinler’ o iddia edilen yüzde 25’lik oy bandında kalmasında ana etken
sayılabilir mi? Ben bu soruya, “Evet etkendir ama ana etken değildir” yanıtını
rahatlıkla verebilirim. Dahası gerçekleri dile getiren mekanizmaların hepsi
kontrol altında değildir. Muhalefet her yerde konuşabiliyor, gezebiliyor. Çokça
ve yoğunluklu olarak olmasa da bir kısım özgür sayılabilecek medyada gerçekler
dile getirilebiliyor. Ayrıca, asla unutulmamalıdır ki; ‘Yaşamın en büyük gerçeği
büyük ekonomik çöküştür. Toplum bunu bizzat yaşıyor, iktidar ne derse desin,
seçmenin yani toplumun büyük kesiminin yaşadığı bu gerçeği propaganda ile
değiştirmesi ne yaparsanız yapım kesinlikle mümkün değildir.’
Ayrıca şunu da söylemeden edemeyeceğim; İddia edildiği gibi İktidarın yüzde
25-30 bandında geziniyor olmasından muhalefetin başarısızlığının da etken
olduğunu gösterenler, söyleyenler haklı mıdır, haksız mıdır? Bu başka bir
tartışma konusudur. Son olarak ve de şimdilik şu soruyu sorarak bugünkü
yazımı bitireyim: O halde ne yapmak lazım?.
Yorum yapın