ADAM GİBİ ADAM OLMAK -1

“Nice insanlar gördük üstlerinde elbise yok
Nice elbiseler gördük içlerinde insan yok.”
Mevlana

İnsan hayatında ilkler çoktur ve bunlar hem çok önemlidir, hem de hiç unutulmaz. İnsanın doğumu, yürümesi, konuşması, ilkokula başlaması, ilk âşık olması, evlenmesi, bir işe başlaması, askerlik yapması ve daha niceleri hayatımızdaki ilkler olarak yerini almıştır.
Benim hayatımın önemli ilklerinden biri, yazdığım ilk hatıramın bir gazetede yayımlanması ve buradan yola çıkılarak bu hatıranın bir romana dönüşmesidir.
Yıl 1968. Artvin'in şirin ilçesi Şavşat'ta ortaokulda okuyorum. Şavşatlı olanlar veya orayı görmüş olanlar iyi bilir ki Şavşat, okuma yazma oranında ülkemizin en önde gelen yerlerinden biridir. Okulumuz o yıllarda Şavşat'ın en güzel, en büyük binalarından biriydi. Bizim okuduğumuz sınıf, ilçenin ortasından geçen en büyük caddeye bakıyordu. Öyle ki sınıfta otururken koca caddeden gelen, geçen herkesi rahatlıkla görebiliyorduk. 
Okul başlayınca bir şey dikkatimizi çekmişti: Ne zaman derse başlasak 60 yaşlarında bir adam günde birkaç defa bu cadde üzerinde aşağı yukarı gidip geliyor, devamlı okula bakıyordu. Bu adamın her gün böyle cadde boyu aşağı yukarı gelip gitmesi okula ve bize böyle dikkatle bakması bizde zamanla büyük merak uyandırmıştı.
Kendi halinde, kimseye zararı dokunmayan bu adam, teneffüste veya ders biter de okul dağılır da caddeye çıkarsak uzaktan uzağa bize, gözlerimizin içine bakar, ağlamaklı ve hüzünlü bir şekilde aynı şeyi tekrarlardı. "Okuyun çocuklar okuyun, büyük adam olun ama sakın benim oğlum gibi olmayın." Bu sözleri her gün böyle tekrar eder dururdu. Biz de kendisinden çekinerek neden böyle söylediğini soramazdık. Her geçen günde merakımız artmış, artık dayanılmaz noktaya gelmişti. Adamın o acıklı hali içimize iyice oturmuş, deyim yerindeyse içimize mıh gibi saplanmıştı.
Yine bir gün dersin tam ortasındayken adam caddede görünmüştü. Artık sabrım kalmamıştı. Söz isteyip dedim ki öğretmenime "Hocam şu caddedeki adamı tanıyor musunuz?" Benim sormamı bekliyormuş gibi sınıf hep bir ağızdan "Hocam ne olursun anlatır mısın, kim bu adam?" diye bağırdı. Öğretmenimiz önce adama baktı, ardından sınıfa dönüp "Siz dersi kaynatmak mı istiyorsunuz?" dedi. Sınıfça hep bir ağızdan cevap verdik. "Hayır, hocam; inanın maksadımız dersi kaynatmak değil, o adamı gerçekten çok merak ediyoruz."
Hocamız derin bir iç çektikten sonra mırıldandı. "Belki gerçekten dersi kaynatmak isteyebilirsiniz çocuklar ama onun hayatı da belki bir derstir, hatta dersten daha önemlidir, onun için anlatayım öyleyse." Nasıl sevindik inanamazsınız. Hocamız dersi bırakıp yıllardan beri tanıdığı o adamı anlatmaya başlamıştı: 
"Çocuklar, o çok merak ettiğiniz adamın ismi Ali. Bu ilçede herkes tanır onu. Zavallı Ali Amca. Doğma büyüme Şavşatlı. Buranın köklü ailelerinden. Maddi durumu da çok iyidir. Daha doğrusu iyiydi. Kendisi Orman İşletmesi’nden emekli. Askerliğini yapıp devlet memurluğuna başladıktan sonra evlenmiş. Eşi de buralı. Çok mutlu bir hayatları varmış. Ama ne yazık ki aradan beş yıl geçmesine rağmen çocukları olmayınca Ali Amca ve eşi, tedavi için doktor doktor dolaşmış. Kasabada gitmediği doktor, hoca kalmamış, buna rağmen çocukları olmayınca son çare olarak İstanbul'a gitmişler. Orada büyük bir hastanede tedavi olduktan sonra nihayet bir erkek çocuğuna kavuşmuşlar. Bu kadar isteyerek ve zorluklarla kavuşulan çocuk için neler yapılmaz ki! Ali Amca da daha küçük yaşta üzerine titrediği evladını en iyi şekilde yetiştirmek ve onun en güzel şekilde okuması için elinden ne geliyorsa, ne gerekiyorsa esirgememiş. 
Çocuğu ilk ve ortaokulu Şavşat'ta okuduktan sonra liseyi ve ilerisini okuması için Erzurum'a göndermişler. Bu ilk acı ve ilk ayrılık ana babanın ve ailenin yüreğini yakmış, yakmasına da ne yapsınlar oğullarının okuması ve büyük adam olması için bu hasreti çekmeleri gerek. Oğulları Erzurum'da liseyi ve ardından da üniversiteyi başarıyla tamamladığında Ali Amcanın ve ailesinin sevincine diyecek yoktur. Ama farkında olmadıkları bir şey vardır. Oğullarının üniversitedeyken zengin bir ailenin kızına âşık olması, zamanla da ailesinden, memleketinden, değerlerinden uzaklaşmış olmasıdır. Askerliğini yaptıktan sonra Erzurum'da sevdiği kızın babasının şirketinde işe başlayan oğullarını sıra evlendirmeye gelmiştir. 
Anne baba, oğullarına daha küçük yaştan beri gözlerinin önünde büyüyen her yönüyle iyi bildikleri, ailelerini iyi tanıdıkları komşularının terbiyeli, güzel mi güzel kızını düşünürler. Oğulları başta kendi sevdiği biri olduğunu söylemeyip bu düşünceye ses çıkarmaz. Anne babasını, dolayısıyla komşu kızını uzun bir süre oyalar.
Artık oyalayamayacağı duruma gelince komşu kızıyla değil de daha Erzurum'da okurken okul yıllarında tanıştığı ve arkadaşlık yaptığı, çalıştığı şirketin sahibinin kızıyla evlenmek istediğini söyler. Anne baba olarak oğullarına ne deseler ne söyleseler ne anlatsalar oğullarına söz geçiremez ve çaresiz istemeyerek boyun bükerler ve bu evliliğe razı olurlar. Düğünleri Erzurum'da yapılır. Çok görkemli olur, ancak gelin kızın ve annesinin onları küçümsemesi ve taşralı oldukları için aşağılaması ve düğünde olanlar ve onları bir dünür gibi değil sıradan bir davetli gibi davranmaları Ali Amcalar için ikinci bir yıkım olur. Bütün bu olanlardan öte Şavşat'ta ikinci bir düğün yapılmasını da istemezler. Bu Ali Amcalar için yıkımdan da kötü bir şey olur. Ancak yine de çocuklarının mutlu olması dileğiyle onca yapılanlara rağmen bağırlarına taş basar, üzgün, kızgın, kalpleri kırık bir halde Şavşat'a dönerler. 
Şavşat'ta kim sorarsa sorsun, bu aile içi dramı kimseye belli etmezler. Uzun bir süre oğlu ve gelinleri adet olduğu üzere el öpmeye gelmeleri gerekirken, gelmedikleri zaman soranlara "İzin alamadıkları için gelemediler." diye geçiştirirler. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra bir bayramda Ali Amcayı arayan oğlu zoraki de olsa telefonda onların bayramını kutladıktan sonra kayınpederinin öldüğünü ve işlerin başına tamamen kendisinin geçtiğini ve Şavşat'a gelmek için hiç zamanının olmadığını söyler. Şirketin yönetiminin zorlaştığını ve işlerini çok büyüttüklerini için kendisinin işin başından ayrılamayacağını bahane olarak gösterir.( devam edecek)