ŞEHİT MURAT AKMAN’IN SON MEKTUBU ‘VATAN SAĞOLSUN’

Bir mektup bazen bir roman kadar derindir. Yalnız büyüyen, ama yüreğini vatana emanet eden Komando Uzman Çavuş Murat Akman, arkasında bıraktığı mektubuyla hepimize hem bir ders hem bir veda bıraktı. Şehit Komando Uzman Çavuş Murat Akman’ın Türk Milleti’ne seslendiği o mektup. Okuyorsanız, belki de o satırları kaleme alan yüreğin artık aramızda olmadığını kabullenmeniz demektir.

“Bu yazı bir komando er mektubudur ve siz bu mektubu gazeteden okuyorsanız ölmüşüm demektir. Bir ailem olsaydı bu mektubu onlara yollamak isterdim ama yok. Size koğuştaki ranzamdan yazıyorum… Birazdan operasyona gideceğiz, tek dileğimiz kayıp vermeden geri gelmek” duyduğumuz, gördüğümüz, okuduğumuz pek çok şehit hikâyesi var. Ancak Murat’ın mektubu, bir yandan “ben yoksam bile” diyen sessizliği taşıyor. Yetimhanede büyümüş bir genç; asker olmuş, görevini yerine getirirken bir mektup yollamış “siz bunları okursanız ben yokum” diyerek.

Ne Anlatıyor Bu Mektup Bize?

“Ben ne için öldüm?” diye soruyor Murat. “Kimin için öldüm?” diyor.

Kışlada, operasyondan önce dans ediyor ama bir yandan hayatı sorguluyor:

“Kışlada her televizyona bakışımda birbirinizi öldürdüğünüzü, birbirinizin canını yaktığınızı gördüm.”

Sonra ardından şu satır geliyor:

“En güzel şeyin ekmeğini bölmek olduğunu öğrendik biz. Peki size neyi bölmeyi öğrettiler?” Ya Biz… Biz, bu mektubu okuyanlar… Bu genç adamın hayalini, umudunu, korkusunu hissetmeli miyiz?

Evet. “Ölmüşüm demektir” diye başlayan satırlara bakıp, ölmüş bir bedeni değil, ölmemiş bir fikri görüyorum ben: Vefa, sorumluluk, insanlık. “Ben sizden razıyım, Allah da sizden razı olsun” diyerek bitiriyor.

Abdestsiz bir dua gibi, bütün milletin üzerine… Neden Bu Kadar Önemli?

Çünkü Murat Akman yalnızca bir “şehit” değil; aynı zamanda hiç ailesi olmadan büyüyen, yetiştirme kurumunda geçen bir ömrün askere dönüşmüş halidir. Bu mektup sadece bir bireyin son sözleri değil, toplumun içindeki yalnızlığı, görev bilincini, adaletsizliği ve vefayı hatırlatıyor. Bir köşede sessiz kalanlar için, “ben buradayım” diyen bir ses… Biz Ne Yapmalıyız? Bu mektubu sadece okuyup geçmemeli. Her gün ne için çalıştığımızı, kimin için “şükrettiğimizi” bir kez daha düşünmeliyiz.

Bu ülke için, bu toplum için, birbirimiz için ne kadar hazırız?

Murat’ın o “birazdan operasyona gidiyoruz” dediği an, aslında hayatımıza bakışımız için de bir sembol olmalı.

Bir görev hissiyle, bir sorumlulukla ilerlemek ve en önemlisi, “En güzel şeyin ekmeğini bölmek olduğunu öğrendik biz” diyen o genç adam gibi, paylaşmayı, sahip çıkmayı, unutmamayı bilmeliyiz. Şehit; Murat Akman’ın mektubu bizde yankı bulmalı.

Her “belki”li satırında bir karar, bir adım, bir sorumluluk bizi bekliyor. Onun yokluğu değil, aramızda bıraktığı o metin, yaşayanlar için bir çağrı gibi durmalı.

“Vatan sağ olsun” diyenlerin sesi hiç susmasın.

 

*/*/*/

 

KİMSENİN İŞİNE KARIŞMA

Bir gün otobüsle Ankara’ya giderken, yan koltukta oturan 6-7 yaşlarında küçük bir kız çocuğu yüzünü ekşite ekşite erik yiyordu. Yanımda oturan yaşlı bir amca dayanamadı, “Evladım çok yeme, dokunur,” dedi.

Küçük kız hiç düşünmeden cevap verdi:

“Amca biliyor musun, benim dedem 115 sene yaşadı.”

Merak ettim, dayanamadım ben de sordum:

“Çok mu erik yerdi?”

Kız çocuğu gülümseyerek, gayet ciddi bir ifadeyle,

“Yok be abi, kimsenin işine karışmazdı” dedi.

Bazen bir çocuğun ağzından çıkan tek cümle, hayatın tüm felsefesini özetler. Uzun yaşamak, huzurlu olmak, hayata tebessümle bakmak istiyorsak; başkalarının hayatına, tercihine, davranışına karışmamayı öğrenmeliyiz. Çünkü gerçek bilgelik, bazen sadece susmakta ve karışmamayı bilmektedir.

 

KİLİTLİ AŞKLAR,

ZİNCİRLİ DOĞA

Köprü korkuluklarına takılan asma kilitler, son yıllarda dünyanın birçok şehrinde romantizmin simgesi haline geldi. Aşık çiftler isimlerini yazdıkları bir kilidi köprüye asıyor, ardından anahtarı suya atarak sevgilerinin sonsuza kadar sürmesini diliyorlar.

Paris’teki Pont des Arts’tan, Roma’daki Milvio Köprüsü’ne, İstanbul Boğazı’ndaki sahil demirliklerine kadar bu manzara artık neredeyse her yerde karşımıza çıkıyor.

Ancak bu masum gibi görünen hareketin ardında çevreye ve tarihi yapılara ciddi zararlar yatıyor. Her biri birkaç yüz gram gelen binlerce kilit, zamanla köprülerin ağırlık dengesini bozuyor; paslanarak demir korkulukları çürütüyor. Üstelik suya atılan anahtarlar da deniz canlıları için ölümcül bir tehdit oluşturuyor.

Küçük bir romantik jest, deniz ekosistemine büyük bir yük haline gelebiliyor.

Kilitleri takanların niyeti elbette güzel: Kalıcı bir hatıra bırakmak, sevgiyi simgelemek… Ama bazen semboller, gerçeğin önüne geçiyor. Aşkın güzelliği kilitte değil, içtenlikte saklı. Kalıcı olan metal değil, kalpteki bağdır.

Kimi şehir yönetimleri bu geleneği yasakladı, kimileri de özel “aşk panoları” ya da “hatıra alanları” oluşturarak romantizmi doğaya zarar vermeden yaşatmanın yollarını buldu.

Belki biz de kilidi köprüye değil, bir fotoğrafa, bir anıya, bir söze asmamız gerektiğini hatırlamalıyız.

Çünkü sevgi zincirlerle değil, özgürlükle yaşar ve doğa, bizim romantizmimizin bedelini ödemek zorunda değildir.

Exit mobile version