Hz. İsa’nın yeniden yeryüzüne dönüşü, insanlık tarihinin en çok konuşulan kehanetlerinden biridir.
İslam inancına göre Hz. İsa ölmemiştir; Allah onu göğe yükseltmiştir. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Onu öldürmediler, asmadılar; bilakis Allah onu kendi katına yükseltti.” (Nisâ Suresi, 157-158)
Hadislerde ise Hz. İsa’nın, ahir zamanda yani kıyametten önce yeryüzüne tekrar geleceği bildirilir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa adaletli bir hakem olarak aranıza inecektir.”
(Buhari,
Enbiya, 49)
Bu hadisler, İsa’nın dönüşünün bir barış ve adalet dönemi başlatacağına işaret eder. Rivayetlere göre:
*Deccal’ı öldürecek,
*Zulmü ortadan kaldıracak,
*İnsanlar arasında adaleti tesis edecek,
*Yeryüzü huzurla dolacaktır.
Ancak Hz. İsa’nın ne zaman geleceği kimse tarafından bilinmemektedir.
Kıyametin vakti nasıl gizli tutulmuşsa, Hz. İsa’nın dönüşü de sadece Allah bilmektedir.
İnsanların görevi, o zamanı beklemek değil; iman, adalet ve iyilik üzere yaşamaktır.
Bize düşen, zamanı hesaplamak değil; o gün gelmeden önce kendi kalbimizi, toplumumuzu, dünyamızı güzelleştirmektir.
Çünkü İsa’nın gelişi bir tarih değil, bir vicdan çağrısıdır aslında.
Adaletin, merhametin, insanca yaşamın yeniden hatırlanmasıdır.
Belki o gün yarın, belki yüzyıllar sonra… Ama biz hazır mıyız?
Belki asıl soru budur.
*/*/*/
ÖLÜM OLMASAYDI HAYAT NASIL OLURDU?
Hayatın en suskun, en derin gerçeğidir ölüm. Kaçsak da kucaklasak da, bir gün herkesin kapısını çalacak olan o misafir… Kimi zaman acıtır, kimi zaman düşündürür. Ama her defasında bize bir şey öğretir. Kur’an-ı Kerim’in “Her canlı ölümü tadacaktır” (Âl-i İmrân 3/185) diye hatırlattığı o hakikat, aslında yaşamın en büyük öğretmenidir.
Düşünün… Eğer ölüm olmasaydı
hayat nasıl olurdu?
Belki hiç yaşlanmazdık. Belki ayrılıklar, vedalar, mezar başında dökülen gözyaşları olmazdı. Fakat bütün bunlarla birlikte, bugün bizi insan yapan pek çok şey de olmazdı. Çünkü ölüm yalnızca bir son değil; hayatı anlamlı kılan bir başlangıçtır.
Kur’an, “O, hanginizin daha güzel iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır” (Mülk 67/2) der. Dikkat edin: Ölüm ve hayat birlikte zikredilir. Çünkü ikisi aynı kitabın iki sayfası gibidir. Hayatın anlamı, zamanın kıymeti, insanın sorumluluğu bu iki sayfayı birlikte okuyunca ortaya çıkar.
Ölüm olmasaydı ne olurdu,
hiç düşündünüz mü?
İlk bakışta kulağa hoş gelen bir hayal… Ama biraz derinleşince tehlikeli bir tablo beliriyor. Sonsuz yaşayan insanlar, sınırsız nüfus, tükenen kaynaklar, sıkışan şehirler… Kur’an’daki “Biz her şeyi bir ölçü ile yarattık” (Kamer 54/49) ayeti tam da burada karşımıza çıkıyor. Ölüm, bu ölçünün bir parçası. Dünyanın dengesi, canlılığın döngüsü onsuz mümkün değil.
Üstelik yalnızca dünya değil, insan ruhu da ölümle olgunlaşır. Sonsuz bir hayat, insanın sorumluluk duygusunu gevşetir, hedeflerini silikleştirir, zamanın değerini yok ederdi. Oysa Kur’an, “Sizin yanınızdaki tükenir, Allah’ın katındaki ise bakidir” (Nahl 16/96) diyerek bize faniliğin hikmetini anlatır. Dünyadaki geçicilik, insanı daha güzel işler yapmaya, daha çok sevmeye, daha anlamlı yaşamaya çağırır. Kısacası ölüm, hayatın karşıtı değil; tamamlayıcısıdır. Bir kapının kapanması değil, başka bir kapının aralanmasıdır. Bizden önce gidenlere bir kavuşma umudu, bizde kalanlara bir sorumluluk hatırlatmasıdır. Belki hepimiz doğanın ve insanın hikmetini unuttuğumuz için ölümü sadece bir kayıp olarak görüyoruz. Oysa Kur’an’ın söylediği gibi:“O’na dönüşte onadır.” (Bakara 2/156) ve belki de bu dönüşün varlığı, hayatı bu kadar değerli kılıyor.





