GİRDİĞİMİZ SİTELER TAKİP EDİLİYOR MU?

İnternete her girdiğimizde görünmez bir iz bırakıyoruz. Bir haber sitesine bakıyor, bir ürünü inceliyor, bir konuda araştırma yapıyoruz. Peki! bütün bunlar gerçekten sadece bizimle mi kalıyor, yoksa birileri bizi adım adım izliyor mu?

Kısa cevap şu… Evet, büyük ölçüde takip ediliyoruz. Ama bu takip, çoğu zaman filmlerdeki gibi karanlık odalarda ekran başında bizi izleyen gizemli insanlar şeklinde değil. Daha çok algoritmalar, çerezler ve veri analiz sistemleri üzerinden yürüyen sessiz bir takipten söz ediyoruz.

Bir siteye girdiğinizde, çoğu zaman tarayıcınıza küçük dosyalar bırakılır. Bunlara çerez deniyor. Bu çerezler sayesinde hangi sayfalara baktığınız, ne kadar süre kaldığınız, daha önce neleri aradığınız anlaşılabiliyor. Amaç genellikle size “daha iyi bir deneyim” sunmak. Yani ilginizi çekebilecek içerikleri göstermek, reklamları buna göre ayarlamak.

Ancak işin bir de rahatsız edici tarafı var. Bir gün bir ayakkabı arıyorsunuz, sonra nereye giderseniz gidin aynı ayakkabı karşınıza çıkıyor. Sanki internet zihninizi okuyor gibi. Aslında olan şu;  aramalarınız, tıklamalarınız ve hatta bazen bulunduğunuz konum bile bir veri havuzuna ekleniyor.

Devletler takip ediyor mu sorusu ise daha hassas. Hukuken birçok ülkede bu tür izleme faaliyetleri belirli kurallara bağlı. Ama güvenlik, istihbarat ve suçla mücadele gibi gerekçelerle internet trafiğinin izlenebildiği de bir gerçek. Özellikle kamuya açık paylaşımlar ve sosyal medya içerikleri bu açıdan tamamen görünür durumda.

Burada asıl soru şu olmalı. Takip ediliyor muyuz değil, ne kadarına razıyız? Ücretsiz kullandığımız sosyal medya platformları, e-posta servisleri ve uygulamalar aslında bedelini verilerimizle ödediğimiz hizmetler sunuyor. Ürün biz değiliz denir ama çoğu zaman tam olarak ürün haline gelen şey, bizim dijital davranışlarımız oluyor.

Tamamen izlenmeden internet kullanmak mümkün mü? Zor ama imkânsız değil. Güçlü gizlilik ayarları, bilinçli uygulama kullanımı ve neyi paylaşıp neyi paylaşmadığımızı düşünmek, en azından kontrolü biraz olsun geri almamızı sağlar.

Sonuçta internet modern hayatın vazgeçilmezi. Ama bu büyük dijital meydanda dolaşırken, her adımımızın kaydedilebileceğini bilmekte fayda var. Özgürlük, çoğu zaman farkındalıkla başlar. Dijital dünyada da durum farklı değil.

ÖZET: Normalde çevrimiçi olduğunuzda internet servis sağlayıcınız (İSS) bağlantınızı sağlar. IP adresi üzerinden sizi takip eder. Web trafiğiniz, internet servis sağlayıcınızın sunucularından geçer; bu nedenle, çevrimiçi olarak yaptığınız her şeyi görebilir ve kaydedebilirler.

 

-*-*-

 

Komşunun Tavuğu Komşuya Kaz Görünür Meselesi

Toplum olarak atasözlerini sık kullanırız ama çoğu zaman onların arkasındaki derinliği düşünmeden tekrar ederiz. Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür sözü de bunlardan biridir. Genellikle başkasının sahip olduklarının bize daha cazip geldiğini anlatmak için söylenir. Ancak bir kitapta karşıma çıkan şu ek cümle, meseleyi çok daha yerli yerine oturtuyor. “ Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür ancak evdeki tavuk komşunun kazından daha iyidir”.

Aslında burada çok güçlü bir denge hatırlatması vardır. İnsan gözüne uzak olanı büyütür, yakında olanı küçültür. Başkasının hayatı daha düzenli, işi daha kazançlı, ailesi daha mutlu görünür. Oysa o parlak görünen kazın ne yediğini, ne içtiğini, kaç gece uykusuz kaldığını, ne bedeller ödediğini bilmeyiz. Kendi tavuğumuz ise sıradan gelir çünkü onunla her gün yüz yüzeyiz.

Modern hayat bu algıyı daha da keskinleştiriyor. Sosyal medyanın vitrini parlak ama ana mutfağı görünmeyen hayatlarla dolu. Herkes kazlarını sergiliyor, tavuklarını gizliyor. Böyle olunca insan kendi sofrasına bakıp eksiklik hissediyor. Oysa evdeki tavuk, yani kendi emeğimizle kurduğumuz düzen, bildiğimiz, alıştığımız ve çoğu zaman bizi ayakta tutan asıl değerdir.

Bu söz bize şunu fısıldar. Kıyaslamak yerine kıymet bilmeyi öğren. Sahip olduklarını küçümseyerek başkasının hayatına özenmek insanı huzursuz eder. Unutmayın, mutluluk komşunun kazında değil, evdeki tavukdadır.

 

Her Şeyi Olumsuz Gören İnsanlar

Hayatta bazı insanlar vardır, güneş açsa gölge arar, yağmur yağsa çamurdan şikâyet eder. Ne konuşsan bir eksik bulurlar, ne yaşasan bir sorun çıkarırlar. Peki, bu insanlar neden her şeye olumsuz bakar? Gerçekten rahatsız mıydılar, yoksa bu bir alışkanlık mı?

Çoğu zaman bu tutumun kaynağı hayata değil, insanın kendi iç dünyasınadır. Sürekli olumsuz düşünen kişi, çoğu zaman kendi tatminsizliğini dışarıya yansıtır. İçinde biriken hayal kırıklıkları, başarısızlık korkusu ve değersizlik duygusu, dünyayı karanlık bir pencereden görmesine neden olur. Bir başka neden de kontrol ihtiyacıdır. Olumsuzluk arayan insan, eleştirerek kendini güçlü hisseder. Beğenmeyerek üstünlük kurduğunu zanneder. Aslında bu, kırılgan bir özgüvenin savunma mekanizmasıdır. Her şeyi kötüleyerek, kendini olası hayal kırıklıklarından korumaya çalışır.

Elbette bu durum zamanla bir ruh haline dönüşebilir. Sürekli şikâyet eden insan, farkında olmadan kendi mutsuzluğunu besler. Ne kendisi rahat eder ne çevresine huzur verir. Hayat onun için çözülmesi gereken bir sorunlar yığınına dönüşür. Ama şunu da unutmamak gerekir ki, olumsuz bakan herkes kötü niyetli değildir. Bazıları yıllarca görmezden gelinmiş, değeri anlaşılmamış ya da sürekli kaybetmiş insanlardır. Umut etmeyi bırakmışlardır. Onlar için en büyük kazanç, hayal kırıklığı yaşamamaktır.

Belki de yapılması gereken, bu insanlara kızmak yerine anlamaya çalışmaktır. Çünkü bazen en karamsar görünen cümlelerin altında, en yorgun kalpler yatar.

Exit mobile version