İstanbul’un kalbinde, yüzyıllardır ayakta duran ve sadece mimarisiyle değil, taşıdığı sırlarla da insanlığı büyüleyen bir yapı vardır: Ayasofya. Bizans’tan Osmanlı’ya, günümüze kadar uzanan bu anıt yapı, sadece bir ibadet yeri değil; aynı zamanda medeniyetlerin kesiştiği, zamanın donduğu ve gizemlerin saklandığı bir mabettir. Ayasofya’nın taşıdığı sırlar ve derinlikler, tarihçilerin, arkeologların ve meraklıların zihnini yüzyıllardır meşgul etmektedir.
1. İlahi Oran ve
Mimari Mucize
Ayasofya, 537 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından inşa ettirilmiştir. Dönemin en büyük kubbesine sahip olan bu yapı, o kadar muazzam ve öngörüsüz bir teknikle inşa edilmiştir ki, modern mühendislik bile hala bazı yönlerini tam olarak açıklamakta zorlanmaktadır.
Kubbenin yer çekimine karşı adeta havada duruyor gibi görünmesi, kullanılan taşların ve mermerlerin dünyanın dört bir yanından getirilmiş olması, mimar Anthemios ve İsidoros’un bilimsel dehasının ürünüdür. Bazılarına göre bu yapı, ilahi bir ilhamla yapılmıştır.
2. Ayasofya’da Saklı
Tüneller ve Geçitler
Efsanelere göre Ayasofya'nın alt katlarında gizli geçitler, yeraltı odaları ve tüneller bulunmaktadır. Bu geçitlerin bazıları Bizans döneminde saraya, bazıları ise Kutsal Havariler Kilisesi’ne kadar uzandığına inanılır. Osmanlı döneminde bu tünellerin bir kısmı incelenmiş, bazıları ise çeşitli nedenlerle kapatılmıştır.
Son yıllarda yapılan araştırmalarda, mozaiklerin ve sütunların arkasında keşfedilen gizli bölmeler, Ayasofya'nın hala sırlar barındırdığını göstermektedir.
3. “Terleyen Sütun”
ve Mistik Güçler
Ayasofya’nın içinde yer alan meşhur “Terleyen Sütun” ya da “Dilek Sütunu”, en çok ilgi çeken noktalardan biridir. Bu sütunun orta kısmında parmağın döndürüldüğü bir delik vardır ve halk arasında bu deliğe parmak sokulup 360 derece döndürülebilirse dileklerin kabul olacağına inanılır. Bazılarına göre bu sütun, şifa dağıtan bir enerjiye sahiptir.
4. Gizli Mozaikler
ve Melek Figürleri
Ayasofya’nın cami olduğu dönemde üzeri sıvanarak kapatılan mozaiklerin bazıları yıllar sonra tekrar gün yüzüne çıkarılmıştır. Özellikle apsis kısmında yer alan Hz. Meryem ve İsa figürleri, kubbede bulunan altı kanatlı serafim melekleri, sadece sanatsal değil, teolojik ve sembolik anlamlar da taşımaktadır.
Bu melek figürlerinin yüzleri uzun yıllar gizli kalmış, bazıları hala tam olarak açığa çıkarılamamıştır. Bazı teorilere göre, bu figürler kutsal sırların koruyucularıdır.
5. Kıyamet Saati Efsanesi
Halk arasında dolaşan efsanelerden biri de Ayasofya'nın içinde bir kıyamet saatinin gizlendiğidir. Bu saate göre, bir gün dünya büyük bir felakete sürükleneceğinde, Ayasofya’nın içindeki bu gizli mekanizma çalışacak ve insanlığı uyaracaktır. Elbette bu bir efsanedir; ama Ayasofya'nın taşıdığı manevi ağırlık düşünüldüğünde, insanların neden böyle efsaneler ürettiği anlaşılır hale gelir.
Ayasofya Bir Yapıdan Fazlasıdır
Ayasofya, sadece bir ibadethane ya da müze değildir. O, geçmişin sırlarını günümüze taşıyan bir zaman makinesi, bir medeniyet aynasıdır. İçindeki mimari deha, dini semboller, halk inanışları ve henüz tam olarak çözülememiş detaylar, onu sadece bir yapı değil; bir sırlar kitabı haline getirir. Belki de Ayasofya’nın en büyük gizemi, onun hâlâ yaşıyor olmasıdır. Her adımda yeni bir sırrı fısıldayan bu görkemli mabed, İstanbul’un kalbinde sessizce ama derin bir hikâye anlatmaya devam ediyor.
*-*-*
Babalar Günü: Anlamlı Bir Anma mı,
Alışveriş Çılgınlığı mı?
Her yıl Haziran ayının üçüncü Pazar günü geldiğinde vitrinler, reklam panoları ve sosyal medya akışları "kahraman babalarımız" için hediye seçenekleriyle dolar taşar. Kimimiz bu günü babamıza olan sevgimizi göstermek için bir fırsat olarak görürken, kimimiz de sizin gibi durup düşünür: Senede bir gün hatırlamak yeterli mi? Bu özel günler, samimi duyguların bir ifadesi mi, yoksa ustaca kurgulanmış bir "alışveriş tuzağı" mı? Gelin, Babalar Günü'nün ardındaki gerçek hikâyeye, günümüzdeki anlamına ve bu ikileme birlikte bakalım.
***
Pek çok özel gün gibi Babalar Günü-'nün de kökeni ticari değil, son derece kişisel ve duygusal bir hikayeye dayanır. Her şey, Amerika Birleşik Devletleri'nin Washington eyaletinde yaşayan Sonora Smart Dodd isminde bir kadının, Anneler Günü'nü dinlediği bir kilise vaazından et-kilenmesiyle başladı. Sonora'nın annesi, altıncı çocuğunu doğururken hayatını kaybetmişti. Babası William Jackson Smart, bir Amerikan İç Savaşı gazisiydi ve altı çocuğunu tek başına, büyük bir sevgi ve fedakarlıkla büyütmüştü. Baba-sının bu özverisinden derinden etkilenen Sonora, anneler gibi babaların da onur-landırılacağı özel bir gün olması gerek-tiğine inanıyordu. Bu fikrini yerel din a-damlarına açtı ve babasının doğum günü olan 5 Haziran'ın "Babalar Günü" olarak kutlanmasını önerdi. Tarih, hazırlıkların yetişebilmesi için o yıl Haziran ayının üçüncü pazarına ertelense de, ilk Babalar Günü 19 Haziran 1910'da Washington'da kutlandı. Bu anlamlı girişim, zamanla tüm ülkeye yayıldı. 1966 yılında Başkan Lyn-don B. Johnson, günün her yıl Haziran ayının üçüncü Pazar'ı kutlanacağını res-men ilan etti ve 1972'de Başkan Nixon'ın imzasıyla Babalar Günü, ABD'de yasal olarak tanınan bir bayram haline geldi.
Günümüzdeki İkilem:
Anlam mı, Tüketim mi?
Görüldüğü gibi, Babalar Günü'nün çıkış noktası, bir hediye alma zorunluluğu değil, bir çocuğun babasına duyduğu minneti ifade etme arzusudur. Ancak günümüzde bu saf amacın, kapitalist sistemin dinamikleriyle nasıl iç içe geçtiği de bir gerçektir.
1. "Alışveriş Tuzağı"
Eleştirisi Haklı mı?
Evet, bu eleştirinin haklılık payı büyüktür. Markalar için Babalar Günü; gömleklerden parfümlere, elektronik aletlerden hobi malzemelerine kadar geniş bir ürün yelpazesini pazarlamak için mükemmel bir fırsattır. Reklamlar, "babanıza layık en iyi hediye" sloganıyla üzerimizde bir baskı kurar. Bu durum, sevginin maddi bir değerle ölçüldüğü yanılgısını yaratabilir. Odak noktası, içten bir "teşekkür ederim" demekten, "ne hediye alacağım?" stresine kayabilir. Günün anlamı, ekonomik bir faaliyete indirgenme riski taşır.
2. "Senede Bir Gün
Anmak Yeterli mi?"
Bu, en can alıcı sorulardan biridir. Elbette yeterli değildir. Sevgi, saygı ve minnet, yılın her gününe yayılması gereken duygulardır. Bir babanın evladı için yaptığı fedakârlıklar, tek bir güne sığdırılamayacak kadar değerlidir. Bu özel günleri bir "görev savma" ritüeline dönüştürmek, onların anlamını tamamen yok eder. Eğer yılın 364 günü babamızı arayıp sormuyor, onunla dertleşmiyor ve sevgimizi göstermiyorsak, tek bir günde alınan en pahalı hediye bile samimiyetten uzak kalacaktır.
Yorum yapın