Bugünkü yazımın başlığına görüp okuyunca ‘ne oldu da bugün bu kadar karamsar bir başlık attın?’ Sorusuna bana hemen yönelteceksiniz elbette!..
Zaten ben de bu soruyu sorun ve yazacaklarımı ‘merakla ve dikkatle okuyun’ diye böyle çarpıcı bir başlıkla bugünkü yazıma başladım…
Ege, Marmara ve Akdeniz bölgesinde Yörük kültüründe sıkça kullanılan bir deyim daha doğrusu bir özdeyiş vardır; “Nereden bakarsan karanlık çöküyor, nereden tutarsan elinde kalıyor!..”
Bu deyim, anonim özdeyiş, Balıkesir özelinde benim açımdan bakıldığında tam da ‘CUK’ oturan bir özdeyiştir, kanaatini kuvvetlice taşımaktayım.
Şöyle ki; 37 yıllık meslek yaşamım, 59 yıla erişen hayatım, en fazla 6-7 ay süren üç, dört defalık memleketimden kısa ayrılıklarımı hesaba katmaz isek eğer doğma, büyüme, yaşlanma süreçlerimi yaşadığım ‘memleketim Balıkesir’de geçmiştir.
O yüzden bugünkü yazımın başlığını “AH BALIKESİR’İM VAH BALIKESİR’İM!” şeklinde atmamın elbet makul ve mantıklı bir sebebi, sebepleri vardır elbette!..
Geçenlerde rastladığım çok eskiden beri tanıdığım eski ama ‘eskimeyen bir dostum’ şöyle bir soru sordu; “Yahu aradan neredeyse dokuz ay geçti, hala anlamakta zorluk çekiyorum. Yücel Yılmaz, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlığını nasıl ve neden kaybetti, Ahmet Akın’a nasıl kaptırdı? Oysa önceleri belki de dışardan bakıldığında her şey çok iyi gidiyordu veya bize öyle görünüyordu. Gerçi aradan epeyce bir zaman geçti ama bugün seni görmüşken bir de sana sorayım istedim.”
O eski ama eskimeyen dostuma, arkadaşıma şöyle epeyce uzunca sürecek bir yanıt verdim, kendimce açıklamada bulundum, dolayısıyla şunları anlattım; “yerel seçimler öncesi ve sonrası süreçlerde BİRLİK gazetesindeki köşemde birkaç defa yazdım, anlatmaya çalıştım. Balıkesir il geneli itibarıyla sahip olduğu potansiyeliyle rahatlıkla ‘RANT ZENGİNİ’ diyebileceğimiz bir konumda ve durumdadır. Dolayısıyla bu durum özellikle tepedeki siyasilerin ve onlardan beslenen en kibar biçimde tanımıyla ‘sermaye gruplarının’ öteden beri ilgisini çekmekte iştahlarını kabartmaktadır. 1988 yılında başladığım meslek yaşamın boyunca özellikle şehirler arası karayolları, çevre yolları, baraj yapımları gibi kamu yatırımlarında ihaleler Ankara’da yapılır, bu ihalelerin çoğunu Balıkesir dışından büyük firmalar, holdingler alır, Balıkesir yerelinde ‘belki de tepki çekmesin’ diye Balıkesir’de iş yapan veya Balıkesir kökenli birkaç firma veya şirkette ‘TAŞERON’ olarak işin içine dahil edilir, bu taşeronların yanlarında çalışanlarında bir kısmı yöre insanından yani Balıkesirlilerden oluşurdu. Bu anlatmaya çalıştığım durum, 1980’lerin sonundan 1990’ların sonuna kadar geçen süreçte böyle devam etti. Elbette bana göre ‘yalandan ağızlara bir parmak bal çalma, aldatıp kandırarak avutma amaçlı’ bu durum pek fazla uzun ömürlü daha doğrusu ‘İVEDİLİKLE SÜRDÜRÜLEBİLİR’ biçimde olmadı. Ağır aksak da olsa 2000’li yılların başlarına kadar devam eden bu süreç ve ‘RANT PAYLAŞIMININ BALIKESİR’DEN ALÇAKÇA VE ADALETSİZCE SÖMÜRÜLMESİ DÜZENİ’ Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 yılı Kasım’ın da iktidara gelmesiyle önce bir süre durur gibi oldu, daha doğrusu duraksadı gibi göründü. Sonrasında ise bu ‘ÇARPIK RANT DÜZENİ’ için sahanın yeni aktörleri tarafından bir bakıma ‘kartlar yeniden karılarak’ kendilerine göre ‘YENİ BİR MODEL’ oluşturuldu. Elbette bu yeni modelin başat aktörü ve oyun kurucuları o zamanlar siyasette epeyce etkili olmaya başlayan benim ‘FETOŞ’ diye tanımladığım sümüklü ve ağlak bir hoca bozuntusunun müridi olarak geçinen unsurlardı, şahsı mahlukatlarıydı. Bunlar sadece özel sektörde değil kamuda, bürokraside yani devlet erkinin içinde de önemli pozisyonlar almış hain bir güruhun aparatlarıydı ve hemen hepsi de ‘TAKİYE’ yapıyorlar yani kendilerini (o hain kimliklerini) gizliyorlardı. İşte onlar 2002’de tek başına iktidara gelmiş Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kalıcı hale gelip ‘MUKTEDİR’ olması vaadiyle dört bir koldan harekete geçip örtülü ve aleni biçimde artan biçimde her türlü desteği verdiler, bunun karşılığında da ‘KİTABINA UYDURARAK’ kendi küplerini doldurmaya başladılar. Elbette kartlar yeniden karılarak kurulan bu yeni model ile inşa edilen ‘YENİ DÜZEN’ her alanda sahaya yepyeni ‘AKTÖRLER’ ve ‘FİGÜRANLAR’ ile bu yeni kurulan düzenin geçmişe oranla son derece vasıfsız ‘APARATLARINI’ ortaya çıkardı. Daha genelde memleketin rantını ve yerel de Balıkesir’in rantını adaletsiz bir sömürü düzeniyle yağmalama süreci maalesef başlamış oldu. On beş yılı aşkın bir süre devam eden bu bahsettiğim dönemin süreci de 15 Temmuz 2016’da yaşanan ‘O HAİN KALKIŞMA’ kalleş darbe girişiminden sonra bıçak gibi kesildi, nihayete erdi. Ancak bundan sonra aktörlerin, figüranların ve onların vasıfsız aparatlarının değiştiği bu yeni başlayan süreç; yine aynı yöntemlerle üstelik bu kez AK Partili veya AKP yandaşı gibi olsalar ya da görünseler dahi hiç kimsenin ağzına da bir parmak bal çalmak veya en azından parmak yalatmak bile Balıkesir’in evlatlarına(!) dahi esirgenir olduğu bir süreç olarak görünür oldu. Şunu anlatmaya çalışıyorum; Balıkesir’de yeni yapılacak ve halen sürdürülen kamu yatırımları ve 2014’den sonra Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin yaptığı ve yapacağı hizmet yatırımlarının ihaleleri büyük oranda Balıkesir dışından bu memleket ile hiç alakası dahi olmayan kartel denilen büyük şirketlere ulufe gibi sunulur oldu. Daha doğrusu peşkeş çekilir oldu. En basitinden bir örnek vermek gerekir ise; Ali Hikmet Paşa meydanında bulunan tarihi şadırvanın onarımı, üzerine 75 sene önce olduğu gibi kubbe takılması, meydanın çevre düzenlemesi gibi işlerin ihalesi dahi, belki anımsayacaksınız Yücel Yılmaz’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde Balıkesir ile hiçbir ilişkisi bulunmayan büyük bir firmaya verilmişti. İhaleyi alan o büyük firmada o işin yapımını yine Balıkesir dışından bir başka firmaya kitabına uydurarak usulüne uygun(!) biçimde devretti ve onlarda yine Balıkesir dışından iki ayrı şirketi bu işin yapımında ‘TAŞERON’ kıldılar ve bu işlerin değerinin çok üzerinde bir maliyetle sözün ona Balıkesir kent meydanının Ali Hikmet Paşa meydanının düzenlemesi yaptılar. Sadece bu küçük ama belirgin örnekte anlattığım bile ‘AH BALIKESİR’İM VAH BALIKESİR’İM!’ demeye yetmez mi, bunları söylemeye hakkım olduğunu göstermez mi?”
Bu uzun uzadıya anlattıklarımı dinleyen o eski ama eskimeyen dostum, deyim yerindeyse şaşkın biçimde adeta donakaldı ve söyleyecek hiçbir söz bulamadı. Şimdi şunu merak ediyorum; yazdıklarımı okuyanlarından acaba kaçı tıpkı o eski dostum gibi çok şaşıracak, onun gibi donakalacak ve söyleyecek hiçbir söz bulamayacak? Yoksa bu yazdıklarımı inkar edip ‘külliyen yalan, iftira!’ mı diyecek?
Yorum yapın