AÇLIK

“Allah’ım, açlıktan sana sığınırım. Çünkü o, insanı kucaklayan ne kötü arkadaştır”

Bir hadisin içimize bıraktığı bu sızı aslında insanoğlunun en eski sınavını özetler. Açlık… Öyle bir kapı ki; adı bile tüyleri diken diken eder. “Öyle alçak bir kapıdır ki geçmek zorunda kalındığında, insan büyüdükçe daha çok eğilir bu kapının önünde”.(Victor Hugo)

Açlık yalnızca midede hissedilen bir boşluk değildir. Karaciğerdeki glikojen azalınca başlayan fizyolojik bir alarmdır, fakat bu alarm yalnızca bedenin değil, insanlığın sigortasını da test eder. Aç kalan bir insanın elinin titremesini, sesindeki kırılmayı, gözündeki çaresizliği görebilmek için bilim bilmeyi gerekmez; biraz vicdan yeter.

Bugün hepimiz sofralarımıza oturduğumuzda, kaşığı çorbaya götürürken, bir yerlerde bir çocuğun aç uyuduğunu bilerek yaşıyoruz. Artık açlık, yalnız coğrafyaların değil, şehirlerin, hatta mahallelerin gerçeği hâline geldi.

Peki, aç insanlara nasıl davranmalıyız?

Her şeyden önce şunu hatırlamalıyız:

“Aç bir insanın onuru, tok bir insanın merhametinden daha kıymetlidir.”

Yardıma ihtiyaç duyan birinin kalbine dokunmak; onu utandırmadan, incitmeden, hissettirmeden yapılmalıdır. Unutmayalım, açlık zaten başlı başına bir imtihandır; bir de insanları bu imtihanla terbiye etmeye kalkmak, kötülüklerin en büyüğüdür.

Peygamber Efendimiz’in “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözü, aslında bir hayat nizamıdır. Tokluğu sahiplenmenin değil, paylaşmanın gerekliliğini öğretir.

 

Neler yapmalıyız?

Mahallemizdeki yoksulu tanımalıyız. Çoğu ihtiyaç sahibi ses çıkaramaz. İlk adımı biz atacağız.

Gıda israfını durdurmalıyız. Artan ekmekler, çöpe giden yemekler; bunlar yalnızca israf değil, başka insanların sofralarından çalınan fırsatlardır.

Mahalle fırınlarına, bakkallara askıda ekmek bırakmalıyız. Anadolu’nun kadim geleneği bugün hâlâ en hızlı işleyen çö-zümlerden biridir. Yerel derneklere, yardım kuruluşlarına destek vermeliyiz. Düzenli yardım, bir hayatı düzenler. Birebir yardı-mı, sessizce ve incitmeden yapmalıyız. Eğer yardım, bir insanın başını öne eğdi-riyorsa, o yardım eksiktir. Açlıkla sınanan kimsenin yüzü asla bizim yüzümüzden kızarmamalı. Ve Rabbim hiç kimseyi açlıkla terbiye etmesin… Çünkü açlık, yalnız midenin değil, insan onurunun da sınavıdır. Biz tokken, bir başkasının aç olması dünyanın değil, bizim ayıbımızdır.

 

 

-*-*-*

 

MAHREMİYET NEREYE GİTTİ?

 

Günümüzün en güçlü alışkanlığı ne biliyor musunuz? Paylaşmak.

Öyle ki artık “ne yedin”, “neredesin”, “ne aldın”, “kiminlesin” gibi soruların cevabını merak etmeye bile gerek yok; sosyal medya zaten hepsini anında önümüze seriyor. Bir zamanlar en yakınımızla bile paylaşmadığımız ayrıntılar, bugün binlerce kişinin erişimine açık bir vitrin hâline geldi.

Sosyal medyanın sunduğu bu sınırsız teşhir alanı, hayatlarımızdan en önemli kavramı sessizce çaldı: mahremiyet.

Bir zamanlar sofralar aile içindi; şimdi tabağın kenarındaki sos bile hikâyelere konu oluyor.

Ev bir sığınaktı; bugün dekorasyonundan oturma düzenine kadar herkesin erişebileceği bir gösteri sahnesi.

Aldığımız elbise, yaptığımız alışveriş, hatta duygularımız… Her şey “beğeni”ye, “yorum”a, “izlenme sayısı”na endeksli.

 

Bu kadar paylaşmanın sonunda ne oluyor?

Kendi özelimizi kendimiz tüketiyoruz. Başı sonu belli olmayan bir yarışa giriyoruz: Daha iyi görünmek, daha mutlu görünmek, daha gösterişli yaşamak… Hayat, yaşanmaktan çok sergilenmeye başlayan bir hâl alıyor.

Üstelik bu sadece kişisel bir tercih meselesi olmaktan çıkıyor. Toplumsal bir dönüşüm yaşanıyor.

Mahremiyet kültürü zayıflıyor, özel olan sıradanlaşıyor, doğal olan bile sahneye koyulmuş gibi sunuluyor. İnsanlar kendilerini sürekli izlenen ve beğenilen bir profil gibi hissetmeye başlıyor.

En tehlikelisi şu:

Görünme isteği, görülme ihtiyacını gölgede bırakıyor.

Paylaşıyoruz ama aslında kimse bizi gerçekten görmüyor.

Gösteriyoruz ama göstermek zorunda hissettiğimiz için yapıyoruz.

Belki de en çok ihtiyacımız olan şey, azıcık geri çekilmek.

Hayatın tüm değerinin bir ekrana sıkıştırılmadığını hatırlamak.

Her anın belgelemek için değil, yaşamak için var olduğunu fark etmek.

Her şeyin paylaşıldığı bir dünyada, bazen saklamak da bir değerdir.

Bazen sadece kendine ait olan, en kıymetlisi olur.

Exit mobile version