Balıkesir’in son yıllardaki kentleşme dinamikleri, şehrin sosyal ve ekonomik dokusunu gözle görülür biçimde dönüştürüyor. Bu dönüşümün en belirgin göstergelerinden biri, alışveriş merkezlerinin (AVM) giderek artan çekim gücüyle birlikte mahalle esnafının kent yaşamındaki ağırlığının zayıflaması. Bu durum yalnızca bir ticari faaliyet değişimi değil; sosyo kültürel bir kırılmanın da işareti.
AVM’ler, modern tüketim toplumunun standartlaştırılmış mekânları olarak Balıkesir’de hızla merkezileşirken, kullanıcılarına kontrollü, konforlu ve zamandan bağımsız bir tüketim deneyimi sunuyor. Tek mekânda çok sayıda hizmete erişim imkânı, özellikle genç nüfus ve aileler için bu alanları cazip kılıyor. Ancak bu gelişme, mikro ölçekte büyük bir kaybı beraberinde getiriyor: Mahalle esnafının tarihsel rolü ve yerel ekonomideki sürdürücü etkisi.
Balıkesir’de mahalle esnafı, yalnızca ticaret yapan bir aktör değil; toplumsal hafızanın taşıyıcısı, mahalle dayanışmasının üreticisi ve sosyal ilişkilerin düzenleyicisidir. Esnaf–mahalleli ilişkisi, ekonomik bir alışverişin ötesinde sosyolojik bir karşılıklılık içerir. Veresiye defterindeki güven, dükkân önündeki sohbet, mahallenin ritmini belirleyen o günlük küçük temaslar… Tüm bunlar Balıkesir’e özgü kimliği besleyen unsurlardır.
Bugün gelinen noktada AVM kültürü bu ilişkisel yapıyı çözmeye başlıyor. Tüketimin mekânsal biçimi değiştikçe, toplumsal etkileşim biçimi de dönüşüyor. Kapalı ve standartlaştırılmış AVM mimarisi, kamusal yaşamı görünmez bir şekilde kendi içine çekerek mahalle kültürünü zayıflatıyor. Bu durum ekonomik sonuçlar kadar sosyokültürel bir erozyonu da beraberinde getiriyor.
Mahalle esnafının güç kaybetmesi yalnızca küçük işletmelerin kapanması anlamına gelmiyor; yerel ekonominin çeşitliliği azalıyor, gelir dağılımı büyük ölçekli markalar lehine yeniden şekilleniyor. Dahası, bu süreç şehirlerin kimlik kaybına yol açabilecek bir homojenleşme yaratıyor. Balıkesir’in kendine has sosyal dokusunun standart tüketim pratikleri içinde erime riski tam da burada ortaya çıkıyor.
Bu nedenle çözüm, AVM’leri hedef almak değil; mahalle esnafının sürdürülebilirliğini destekleyecek politikalar geliştirmektir. Yerel yönetimlerin küçük esnafa yönelik vergi kolaylıkları, sokak düzenlemeleri, yaya odaklı kentsel tasarım uygulamaları ve mahalle ekonomilerini canlandıracak mikro teşvik programları hayati öneme sahiptir. Aksi takdirde Balıkesir, büyürken kendi kültürel hafızasını geride bırakabilir.
Bir şehir sadece binalarla değil, ilişkilerle kurulur. AVM’lerin parlak ışıklarının cazibesi geçici olabilir; ancak mahalle esnafının sıcak selamı, ortak hafızamızın en kalıcı parçası olmaya devam edecektir.
-*-*-*
Cunda’da Butik Otel Patlaması: Ruhunu Kaybeden Ada
Cunda… Bir zamanlar taş sokaklarında rüzgârın sesi duyulan, akşamüstü sahiline çöken turuncu ışıkların insanın içini ısıttığı, sessizliğiyle bile güçlü bir kimlik taşıyan bir ada. Balıkesir’in en özel değerlerinden biri, bir kültür mirası. Fakat artık bu mirasın etrafında yükselen farklı bir gerçeklik var: Butik otellerin bitmeyen çoğalması.
Son yıllarda Cunda, adeta bir “konaklama projeleri sergisi”ne dönüşmüş durumda. Her köşede yeni bir restorasyon, her sokakta yeni bir butik otel tabelası… Ada, yerel yaşantının ritminden uzaklaşıp pazarlama metinleriyle bezeli yapay bir turistik görüntüye doğru evriliyor. O sessiz taş evlerin çoğu artık ışıkları hiç sönmeyen ticari yapılara dönüştü.
Elbette turizm bölgelere ekonomik canlılık getirir; buna itiraz etmek kolay değil. Ancak Cunda’daki dönüşüm, ekonomik büyümenin ötesinde bir kimlik kaybı yaşandığını gösteriyor. Ada artık ziyaretçi ağırlayan bir şehir parçası olmaktan çok, ziyaretçinin tüketim zamanına göre kurgulanmış bir “sahneye” benziyor.
Cunda’yı Cunda yapan; kahvelerin önüne taş sandalyelerini koyan yaşlılar, sabah erkenden balıkçıların iskelenin ucunda yaptığı sohbet, Rum mimarisinin doğal dokusu, dar sokakların kendine özgü sessizliği ve insanla mekân arasında kurulan o sade ilişkiydi. Bugün ise sahildeki sıra sıra otel tabelaları, turistik fiyat listeleri ve instagram estetiği için düzenlenmiş mekanlar adanın ritmini belirliyor.
Otel odalarının pencerelerinden görünen taş sokaklar hâlâ güzel; ancak o sokaklardaki yaşam giderek yok oluyor. Yerel halk artık adanın merkezinde eskisi kadar görünür değil. Pek çok aile, mülklerinin turistik değerinin artmasıyla adanın dışına taşınmak zorunda kalıyor. Böylece ada, yaşayan bir yer olmaktan çıkıp sezonluk bir dekor hâline geliyor.
Bu dönüşüm yalnızca kültürel değil, mekânsal bir baskı da oluşturuyor. Sokaklar artık turistik akışa göre düzenleniyor. Doğal mimari, otellerin “romantik” dış cephe tasarımlarına kurban gidiyor. Tarihi dokunun restorasyon adı altında dönüştürülmesi, adanın kendine özgü karakterini törpülüyor.

