Beni bilirisiniz, ‘zaruret hasıl olduğunda’ kendi yazdıklarımı tekrardan sizlerle yeniden paylaşmaktan asla kaçınmam!..
O yüzden şimdi tekrardan soruyorum; sizce de çok doğru bir söz değil midir, bugünkü yazımın başlığında ifade ettiğim söz; İnsanın yaptığı hatalarla yüzsüzleşmesi yerine hatalarıyla yüzleşmesi…
Bugünkü yazıma böyle bir başlığı atmamın nedenini öncelikle bir kez daha kısaca açıklamam gerekiyor. Aksi halde bugünkü yazımda anlatacaklarım biraz zor anlaşılacakmış gibi geliyor bana...
Edebiyata hele ki dünya edebiyatına ve de bilhassa benim gibi klasiklere düşkün olanlar gayet iyi bilirler. 1821 ile 1881 yılları arasında yaşamış olan ünlü Rus yazar Dostoyevski 1861 ile 1879 yılları arasında yazdığı ‘Ezilenler, Ölüler Evinden Anılar, Yeraltından Notlar, Suç ve Ceza, Kumarbaz, Budala, Ebedi Koca, Ecinliler, Delikanlı, Bir Yazarın Günlüğü ve Karamazof Kardeşler’ gibi başlıca yapıtlarıyla tanınmaktadır. İşte o meşhur Dostoyevski, eserlerinden birinde şu özdeyişe yer vermektedir;
“Ya hatalarınla yüzleşir ya da hatalarınla yüzsüzleşirsin! Cahil olmak ayrıdır, pislik içinde rezil olmak ayrıdır!..”
1800’lü yılların ortalarında Dostoyevski tarafından bir eserinde söylenen bu özdeyişin günümüzde toplum yaşamının içinde geçerliliği vardır ve daima olacaktır!..
Gerçekten de insan ya hatalarıyla belki de kaçınılmaz biçimde yüzleşir ve ders alır, en azından mahcubiyet duyar, ya da tam tersi o hatalarla yüzsüzleşir, umursamaz, dert etmez hatta hatalarıyla gurur duyar hale bile gelebilir. Cahil olmak ise çok ayrı bir şeydir. İnsan cehaletinden dolayı çok hata yapabilir ve o hataları yaparken de cehaleti nedeniyle farkında dahi olmaz. Ama o insan cahil olduğu kadar kötü yani pislik dolu biriyse o zaman yaptığı hataların kötülüğe dolayısıyla pisliğe dönüştüğünü fark etmez, farkına varsa bile umursamaz, sorun olarak kabul etmez ve artık düpedüz kötülüğe ve pisliğe dönüşen o hataları yapmaya devam etmekte herhangi bir sakınca görmez. İşte o nedenledir ki bence Dostoyevski’nin o veciz sözündeki anlam tam olarak budur!..
‘Hatalarla yüzleşmek mi, yoksa yüzsüzleşmek mi?’ Sorusuna cidden ve duyarlı biçimde yanıt arandığında toplum yaşamının her evresinde, belki de hiç istenmese bile yaşananlardan ve bizzat yaşadıklarımızdan çeşitli örnekler vermek mümkündür. Örnek vermeye politikadan başlamak gerekirse; Bilirsiniz, politikacılar, öteden beri, yaşadıkları yörenin, şehrin ve hatta ülkenin ‘makus talihini’ yenmek amacıyla yola çıktıklarını, hizmet amacıyla siyaset yaptıklarını öne sürerek oy isterler ve seçildiklerinde ‘o makus talihi’ mutlaka yeneceklerini iddia ederler. O politikacıların çoğu eğer seçilirlerse vaatlerini unutur, ya da ‘elimizdeki olanaklar ve kaynaklar kısıtlı, söz verdik ama şu veya bu sebepten dolayı yerine getiremiyoruz.’ gibi gerekçelerle kendilerini savulur, mazeret öne sürerler, hatta bazen de kabahati başkalarının üstüne atarlar. Seçim dönemlerinde aday olan politikacıların istisnasız her biri destekli veya desteksiz atarcasına, gökteki yıldızları vaat etmekten, güllük gülistanlık memleket hayalini gerçeğe dönüştürmeye kadar gayet ütopik hatta hayal ötesi olmanın da daha ilerisinde her şeyi yapacaklarına dair söz vermekten asla çekinmezler. Seçim günü gelene, seçmen sandığa gidene kadar sözler, vaatler havada uçuşur, her türlü yalan, dolan, iftira, mubah sayılır…
‘Sonra ne mi olur?’ Dilerseniz yakın geçmişten örnekler vererek anlatalım; Siyaset tarihimize bakıldığında, seçim meydanlarında, siyaset arenasında boy gösteren, meşhur siyasetçiler, örneğin; merhum Süleyman Demirel gibi, ‘Benim işçim, benim memurum, benim köylüm, benim emekli, dul ve yetimim!’ diye ortalığı inleterek, ‘Düşüm peşime!’ şeklinde halktan oy isterken, ‘ülkenin makus talihini’ kendileri iktidara geldiğinde mutlaka yeneceklerini ileri sürmüşlerdir. Oysa iktidara geldiklerinde, o koltuğa oturduklarında, en ufak bir sıkıntı belirdiğinde ‘pişkinlik içinde’ davranarak, kendilerine yaşanan sorunları dile getiren gazetecilere, ‘Benzin vardı da biz mi içtik, varsa vardır, yoksa yoktur, enkaz devraldık, biraz daha sabredin, nurlu ufuklar yakındır!’ gibisinden laflar etmekten hiç çekinmeden ve sıkılmadan asla geri kalmamışlardır. Sonuçta; ağızlara pelesenk olan, sihirli slogan şeklindeki, ‘makus talihi yenmek, vaat edilen gökteki yıldızlara kavuşmak’ daima hayal olmuştur!..
Yazımın başından beri okuduğunuz bu satırlarda üzerine basarak anlatmaya çalıştığım gibi, maalesef politikacılarımız da çoğu kez hatalarıyla yüzleşmek, dolayısıyla mahcubiyet içinde o hatalarından ders çıkartmak yerine hatalarından dolayı yüzsüzleşmeyi tercih etmektedirler. Politikacı hatalarından dolayı eğer yüzsüzleşme aşamasına geldi ise, o zaman belki de yapacak tek şey kalmıştır;
Hatalarıyla yüzleşmek yerine yüzsüzleşen politikacıların sandıkta yüzleşmesini ve sandıktan çıkacak sonuç ile ders almasını sağlamak!..
Ama şimdiye kadar bunu yapan veya böyle davranan politikacıyı da ne yazık ki ben görmedim, acaba siz gördünüz mü?..
Yorum yapın