YUNUS EMRE ve HAKİKAT YOLCULUĞU

İyiliği, dürüstlüğü, aşkı gönlünden çıkan dizelerle, sade bir dille anlatan ancak o dizelerin içine batıni sırlar gizleyen “Bizim Yunus”, ya da “Tapduk’un Yunus’u” diyorlar ona...

Dizelerinde hem umut aşılar, hem de ahireti unutmamamız gerektiğini anlatır. Onun hayat hikayesini, Hacı Bektaş Veli’nin kapısına buğday istemek için gidişi ve yolunun Tapduk Emre’ye nasıl çıktığını hepimiz biliriz. Benim yazmak istediklerim dizelerindeki batıni sırlar ve bize anlattıkları. Onun tam bir teslimiyet içindeki hayat hikayesi herkese ders niteliğindedir. Şiirlerinde hiç bir şikayet göremezsiniz. Şiirlerinde Allah ‘tan “dost” diye bahseder, kendisini ise dertli dolap olarak anlatır. Aslında anlattığı bu dünyadaki yolculuğu, aşkı arayışıdır. Aşk dediği ise içindeki ışığa, şahdamarımızdan yakın olana olan aşkıdır.

Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm derken ölümsüz olan ruhun beden elbisesini giyerek dünya hayatını deneyimlediğini anlatır.

Malın mülkün anlamsızlığını, ölümün kaçınılmazlığını anlatır dizelerinde. Yunus’un insan- ı kamil yolculuğu bizlere örnek niteliğindedir. TRT belgeselde Yunus Emre’yi anlatan programda bu yolculuk şu şekilde anlatılmış:

“İnsan-ı Kamil denen ilahi bilinç, bütün ruhların, insanın ve maddi eşyanın temel maddesi olan evrensel ruhtur. Bu evrensel ruh, Allah'ın “ol” emriyle olur, maddi alemi tezahür ettirebilmek için, görünmez alemden varlık dünyasına inince önce cansız varlık; mineral, bitki, hayvan ve insan biçiminde görülür. Bu ruh canlı, cansız her şeyin içinde vardır. Her varlık, ilahi bir ismin zuhuru olup hepsinin aslı birdir ancak Allah sadece insanın kalbine kendinden bir parçayı gizlemiştir. İnsan mertebesine yükselen evrensel ruh, kendi çabasıyla geldiği yere dönebilmek için Allah'ın da lütfuyla derece yükselerek insanı kamil olur, Allah'a kavuşur. İnsan aslına kavuşana kadar evrim mekanik ve doğaldır, kendi kendine oluşur. İnsanla birlikte bilinç doğar, bilinç bireyselliği yaratır. Kendinin farkına varan insan kendini ayrı bir bütün olarak görür. Bir ağacın ağaç olabilmesinin sırrı tohumunda gizlidir. Toprağa benzeyen bedenimiz de Allah'ın kalbimizde sakladığı o küçücük tohum yani insan-ı Kamil olma bilgisini taşır. Nasıl ki tohumun ekilip sulanması gerekiyorsa, içimizdeki o ilahi tohumun gelişebilmesi için de bedenin ve sosyal kişiliğin ihtiyaç duyduğu gıdadan farklı bir gıdaya ihtiyacı vardır. İnsanın özgürlüğü burada devreye girer, ya bu tohumu ekip besleyecek ya da hep eksik bir insan olarak kalacaktır. Nitekim Hacı Bektaş-ı Veli Yunus'un istediği, bedeni besleyecek buğday yerine ruhunu besleyecek nefes vermeyi önerir. Yunus önce nefes değil buğday ister. Dış dünya ile uğraşmaktan içimizden gelen sesi duyamayız. Ruhsal gözler tamamen açılmadan, kalp tamamen ışıkla dolmadan, gerçek benliğimizi görmeden bizler uyanık, bilinçli değiliz. İnsani aklımız benlik bilgisine erişemez. Marifete yani ilahi bilgiye ulaşabilmemiz için son derece hassas, latif, eşsiz ve anlaşılması zor bir yeteneğimiz daha vardır, o da kalptir, gönüldür. Çoğumuzun ondan haberi yoktur Belki vicdan olarak hissederiz oysa her şeyin özünün bilgisini, o ilahi bilinci Allah kalbin en derinine gizlemiştir. Görünmez olan ruh, bedenlerin varlığıyla seçilir hale gelir. Ruh aslolandır, kendi başına vardır. İnsan, görünmez ve bilinmez ruhla görünür ve bilinir olan bedenden yani maddeden meydana gelmiş bir bilmecedir. Ayaklarıyla yeryüzüne yani maddeye, aklı ve ruhunu sembolize eden başıyla da gökyüzüne bağlıdır. Merkezde bulunan kalbi ile ilahi bilince bağlıdır. İnsanı Allah'a götürecek saf bilinçtir. Bizi insan-ı Kamile götürür. İnsanın gerçek varlığı koskoca bir okyanusken insani ruhumuz yani aklımız sadece bir fincandır. Bu fincanı oluşturan kalıbı kırdığımız zaman okyanusla bir oluruz ve yeniden okyanus oluruz, yani insan-ı Kamil oluruz. Bu kalıp, ego benliğimiz, nefsimizdir. Bu kalıbı kırmak çok zordur ama imkansız değildir. Gurur, kibir, kin, nefret, öfke, şehvet oburluk, övülme ve onaylanma isteği gerçek benliğimizi, kalbimizin üstünü bir sis tabakası gibi kaplar ve bu kir, pas temizlenmeden gerçek benliğimize ulaşamayız. Bunları temizlemeye çalışırken derinlerde hapsolan acılar, öfkeler ortaya çıkar. Allah lütfetmeden insan bu mertebeye ulaşamaz. Yunus da egosunu yenme konusunda yol aldıkça her şeyden vazgeçip kendini Allah’a adar.

Aşkın aldı benden beni Bana seni gerek seni

Ben yanarım dün ü günü

Bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri

Bir kaç köşkle bir kaç huri

İsteyene ver onları bana seni gerek seni...

 Bu yolculuk insanı yalnızlığa iter, doğmak için ölünür. Beş duyu ile anlaşılmaz, akıl ile algılanmaz. Önce kalpte bir nur belirerek ruhu besler, kötü huylarımızı alır, bizi görünen dünyadan görünmeyen dünyaya geçirecek olan kapı, evrenin ruhu, insanı Kamil yani gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin ermişlerin ruhu olan ilahi bilinçtir. Uyanış işin başlangıcıdır, seçilen yol çok uzun ve zorludur ancak azim gösterenler bu yolda yürüyebilir.

Beni bende demen, bende değilem    

Bir ben vardır bende benden içeri

Gerçek benini fark eden insan, zamanla evrenin özüyle de aynı olduğunu fark eder. Artık tabiatı gönül gözüyle görmeye başlar. Dereden, okyanusa, böcekten kuşa onları dinlemeyi bilene hepsi bir şeyler söyler.

Yunus'un artık sadece gözleri değil kulakları gönül gözü de açılır, ruhuyla işitir. Dağ, taş, çiçek, böcek artık onunla konuşur. Manevi ışık, kalp gözü için bilgi kaynağıdır. İnsan ruhu Allah'ın nuruyla ancak onu algılayabilir. O nur kalbi doldurunca, konuşan, gören Allah ‘tır. Her yerde yaratıcının yansıyan tezahürünü görebiliriz. Tapduk Emre bir gün çiçek ister, müritleri kırlara çıkar önlerine gelen çiçeği koparıp buket yapar, Taptuk Emre’ye sunarlar oysa Yunus’un gözünde bütün çiçekler Allah’a dua etmekte olduklarından bir türlü kıyıp da çiçekleri ağacından, dalından koparamaz. Çiçeklerden biri “benim zamanım doluyor ” diyerek koparmasına izin verir. Taptuk Emre'ye sadece solmaya yüz tutmuş bir çiçeği götürür. Yunus bilemez olmuştur kuş, karınca, çiçek nedir ve gözleyen kimdir? Gözleyen gözlenene dönüşür. Aniden sınırlar kaybolur çiçeğe nüfus eder, çiçek de ona. Artık iki değil bir vardır. İnsanın aklı veya kalbiyle doğrudan yaşayarak deneyimlediği bilgi yani bireysel ruhunun evrensel ruh, evrensel ruhunun da Allah’tan başka bir şey olmadığı bilgisi vücudun her bir hücresinin parçası oluncaya kadar yayılmaktadır. Başlangıçta bu bilgi bir an gelip gider fakat yavaş yavaş yayılır. Manevi yolcular ipek böceğine benzer. Hepsinin hayatında bir tırtıl, bir koza, bir kelebek safhası vardır. Yunus, koza çağını Tapduk Emre’nin dergahında kırk yıl tek kelime söylemeden, dağdan odun taşıyarak geçirmiştir.

Nasıl gözler için ışık, eşyayı görme vasıtasıysa manevi işık ta kalp gözü için görebilme ve dolayısıyla bilgi kaynağıdır. Görme aracı olan ışık yani ilahi nur aynı zamanda Rabbin vücududur da ve insan ruhu ancak Allah’ın nuru onu aydınlattığı takdirde Allah’ı kavrayabilir yani Allah ancak yine Allah’ın nuruyla doğrudan doğruya algılanır. Ruhsal gözler tamamen açılmadan yani içimiz tamamen ışıkla dolmadan gerçekte kim olduğumuzu göremeyiz. O latif varlık parlayıp kalbi doldurunca gören, konuşan Allah olur.   

Sensin bu gözümde gören Sensin dilimde söyleyen.

Kalpleri ışıkla dolanlar bu ışık seli içinde evreni, insanı ve tanrıyı birbiriyle kaynaşmış görürler. Sürekli olgunlaşmakta olan Yunus da manevi gelişiminin bu aşamasında, bütün insanlıkta kendini bulur. Yunus, artık dünyadaki bütün kutsal metinlerin özde aynı olduğunu idrak etmiştir.

Dört kitabın manası okudum tahsil ettim,

Aşka gelince gördüm, bir uzun hece imiş.

Ancak Yunus hâlâ henüz oluş halindedir. Yunus, duyduğu hissettiği şeyler yüzünden bir halden başka bir hale girer, bazen neşeli bazen kederlidir.

İnsanın bu alemde yaratıcıyı perdesiz olarak görmesine imkan yoktur, bu kâinatın yok olması demektir. İnsan O’nunla ancak kendi içinde kalp aynasına yansımasıyla yüz yüze gelebilir. Allah bizlerin kalplerini doldurmadan önce boşalmalı ve bir hiç haline gelmeliyizdir. Her şey tükenmek zorundadır, bütün bağlılıklar, bütün arzular. Sonsuz hiçlik gerçeğini anlamak için ego ölmeli ve biz bir hiç olmalıyız. Bir kalpte iki şey bir arada yaşamaz ya o ya da ego için bir yer vardır ve ego ancak bizleri acı ve gözyaşına boğarak gider. Bu, geride hiçbir şey kalmayıncaya kadar devam eden acı verici bir süreç, fena halidir, yok olmaktır. Bu hâl egonun hükmünü, kişinin benlik duygusunu tamamen kaldırır. Fena içinde kişi bütün bütün yok olup gitmişken Allah kendi varlığından ona yeni bir hayat verir. Onu kendi boyasıyla boyar. Kişinin içindeki ve dışındaki bütün vasıfları değiştirir. Artık ölümün zaten alacağı egoist benlik bırakılmış, mutlak benlik onun yerini almıştır. Allah’la bir olan Yunus’un artık hiçbir isteği kalmamıştır. Arzu, istek ikiliğin bir yansımasıdır. Ölmeden önce ölüp, egosunu yok eden kişi, her şeyin arkasındaki birle birleşmiş böylece ikilik zincirinden kurtulmuş, yaratılışın en büyük amacını gerçekleştirmiş olur. Allah, insanı maddi ve manevi, beden ve ruh olmak üzere 2 unsurdan yaratmıştır. İnsan, bedeni vasıtasıyla dünyaya bağlıdır. Bedeni tabiatı da meydana getiren 4 unsurdan su, toprak, hava ve ateşten oluşmuştur. Bunlar, insan ölünce tekrar geldikleri yere tabiata karışır fakat can bedeni dirilten, aydınlatan varlık, yani ruh ebedidir ölmez.

Ölen hayvan olur insanlar ölmez, Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil.

Doğası gereği görünmez olan ruh, sadece beden vasıtasıyla görünür. Allah, ruhu bu dünyaya olgunlaşması, varlığın sırrına ulaşması için göndermiştir. Ruhun kemali olgunlaşması için beden şarttır. Ruh maddenin ve ebediyetin bilgisini elde edebilmek için, bu gelip geçici bedene sıkı sıkıya bağlıdır. Sonsuzu, sınırsızlığı anlayabilmesi için sonluyu sınırlıyı bilmesi gerekir. Ruh ve nefs, can ve beden gibi zıt unsurlar insanda birbirleriyle çatışıp dururlar. Beden insanı dünyaya bağlar, ruh Allah ‘a yükselmek ister. İnsanoğlunun hayatı bundan dolayı dramatik bir mahiyet arz eder. Ya ruhu seçip yeniden evrensel ruh, külli akıl ya da insanı Kamil olup evrimini tamamlayacak ya da nefsine hizmet edip yani şehvet, kibir, zulüm ve bencillik gibi özelliklerini sürdürüp sadece ismen insan olmayı sürdürecektir. Seçim ona kalmıştır. Bu aşamada insan yalnızdır, yapayalnız. Dağdaki alıç misali tek başınadır.”

Metin yazarı-yapım-yönetim Semra Sander’e ait Yunus Emre belgeselinde bu bilgiler, şairin şiirleriyle birlikte güzel bir şekilde izleyiciyle paylaşılmış. En doğrusunu Allah bilir.

Ömrünü Hakk’ı ve hakikati aramakla geçirmiş, Dost’un (Allah’ın) evinin gönüller olduğunu bilen Yunus Emre daha nice yıllar gönüllerde taht kurmaya devam edecektir...