YOKSULLUK, GIDA KRİZİ SONRASI KURTULUŞ TARIMDA AMA NASIL?
Bağımsız kaynakların araştırmaları ve resmi rakamların gösterdiğine göre; Bu ülkede 24 milyon insan sosyal yardıma muhtaç hale gelmiş durumdadır. Ülke nüfusunun dörtte birinden fazlasıdır bu rakam. 11 milyon 369 bin kişinin durumu ise daha da vahim seviyededir.. Sürekli gıda yardımına muhtaç durumdadır o kesim. Veriler, yoksulluğun azalmadığını aksine arttığını göstermektedir. Derin Yoksulluk Ağı diye adlandırılan kuruluşun kurucusu Hacer Foggo, asgari ücretli çalışan yoksulların bu rakamın dışında olduğunu ama onların da gıda temininde zorlandıklarını belirtirken “Yoksullar artık sadece gıda talep ediyor. Çocuklarını besleyebilmek için istiyorlar. Bu sonucunda ilk iş olarak marketlerde süt ve süt ürünlerini korumak için güvenlik görevlisi sayısı artırıldı.” Ne yazık ki dünyanın yakın geleceği hiç de parlak görünmüyor. Süregelen ekonomik krize savaşın da eklenmesi ile enerjiden gıdaya, ulaşımdan dayanıklı tüketim ürünlerine kadar her şeyin fiyatı aldı başını gidiyor. Peki, bu gidişi durdurmak gerçekten olanaksız mıdır? Mevcut iktidarın politikaları ile yol almayı sürdürürsek öyle görünmektedir. Öncelikle üç önemli küresel saptama yapalım: 1- Dünya 2008 benzeri bir gıda krizi ile karşı karşıya. Ülkeler kendi halkları için stok yapmaya başlıyor. 2- Ulusal politikalar ve korumacılık daha da önem kazanıyor. 3- Tarım ve gıda üreticisi ülkeler petrol üreten ülkelerin yerini alıyor. Geçenlerde bir tavsiye üzerine İnternet üzerinden de olsa Ali Ekber Yıldırım’ın “Yeni Tarım Düzeni” başlıklı kitabının özetini okuma fırsatı buldum. Kitabında Ali Ekber Yıldırım, uzun yıllardan beri tarım politikaları üzerine yazan biri olarak, “Gıda egemenliğinin öneminin arttığı bir dönemin içindeyiz. Tarım potansiyeli olan ülkeler yeni tarım düzeninde ‘zengin ülkeler’ olarak adlandırılacak. Türkiye ise yaşadığı ekonomik krizde tarımın gücünden yararlanmak yerine tarımı yok etmeye çalışıyor. Oysa çıkış yolu tarımdadır” diyor. Ayrıca şu saptamalar var kitabında; “Türkiye, yeni tarım düzeninin gerektirdiği birçok koşula sahip: ürün çeşitliliği, ihracat pazarlarına yakınlığı, denizleri, ormanları, gıda sanayisi gibi. Kuru meyve grubunda, incir, üzüm, fındık ve kayısı üretimi ve ihracatında dünyada açık ara birinci sırada. İncirde kendine yeterlilik oranı yüzde 618; fındıkta yüzde 564, kayısı da yüzde 392 seviyesindedir. Yaş meyve sebzede de durum farklı değildir Dünyanın en büyük beş üretici ülkesi arasındayız. Greyfurtta kendine yeterlilik oranı yüzde 425, mandalinada yüzde 333, narda yüzde 144, elmada yüzde 128. Havuç, ıspanak, domates, biber. Hepsinde yüzde 100’ün üzerindedir. Yani tüm ülkeyi rahatlıkla besleyebilir durumdadır” Peki, biz bu ürünleri doğru değerlendirebiliyor muyuz? Yani israf etmiyor; katma değere dönüştürebiliyor muyuz? Bence hayır! Tam tersi bir durumdayız ne yazık ki!.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre yaş meyve ve sebzede üretilen ürünün yüzde 30’u pazara ulaşmadan kayboluyor, yani israf ediliyor. Kimi ürünlerde israf oranı yüzde 50’yi buluyor. Yazık günah değil mi? Bu israfı yarı yarıya azaltmak bile ciddi ekonomik değer yaratır. Ya ürünün katma değerini arttırmak konuswunda ne durumdayız?
Fındık müthiş bir örnektir aslında. Ali Ekber Yıldırım, bu konuda kitabında “Dünyada fındık ihracatında açık ara birinciyiz. Dünya fındık üretiminin yüzde 62’si ihracatının yüzde 72’si Türkiye’den yapılmaktadır. 2021 yılı sonu rakamlarına göre 344 bin ton iç fındık ihraç etmişiz ama elde edilen döviz 2.2 milyon dolar olmuş. Bir önceki yıl daha az ihraç edip daha fazla döviz kazanmışız gibi görünüyor. Ki tüm bu rakamlar da çok yetersizdir. Dalından koparıp, ayıklayıp göndermekle olmuyor, sanayide işleyip çikolata ya da başka ürünlere dönüştürüp katma değer yaratarak oluyor ancak” diyor.
Buna karşın sizlerin de bildiği gibi Türkiye’nin üretimde kendi kendine yeterli olmadığı ürün grubu tahıl, bakliyat ve yağlı tohumlar: Ayçiçeği, soya, kırmızı mercimek, mısır, buğday gibi yani..
Kırmızı ette de kendimize yeterlilik oranımız yüzde 80. Hayvancılığın temel girdisi yemdir. Orada da yani yem hammaddesinde yüzde 60’lara yaklaşan bir ithalat bağımlılığımız vardır. Neden mi?
Tüm sebep yanlış politikalar, yanlış ya da yetersiz desteklerdir, kanısındayım.
Kitaba geri dönecek olursak “Örneğin neden mercimekte dünyanın en önemli ihracatçıları arasında iken ihracat pazarımızı Kanada’ya kaptırdık ve o ülkeden mercimek ithal eder hale geldik? Çiftçiyi desteklemek yerine ithalata sarılmak daha mı kolay gelmiştir?”
Oysa sulama yatırımlarının tamamlanması ve iyi bir üretim planlaması ile GAP yani Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki bölge sadece Türkiye’yi değil dünyayı doyuracak potansiyele sahiptir. Ayrıca GAP benzeri Konya Ovası Projesi, Doğu Anadolu Projesi ve daha birçok tarım, sulama ve kırsal kalkınma projesi var. Hepsi önemli ama yeterli destek ve önem verilmediği için atıl durumda kalmış durumdadır. Tüm bunların çerçevesinde şimdi gelin ‘gıda kıtlığından gıda krizi nasıl ve neden baş göstermeye başlamıştır?’ Sorusuna yanıt oluşturacak karşılıkları hep birlikte vermeye çalışalım. Ne dersiniz?.
Yorum yapın