Bu sütunlarda geçen yıllarda yılın sona ermesine yakın aralık ayının son günlerinde hep aynı şeyleri yazmaktan dolayısıyla anlatmaktan bıktım usandım ama zaruret hasıl oldu yine yazıp anlatacağım; Bugün 24 Aralık Salı yani 2024 yılının sona ermesine yedi gün kaldı. Sabah gazeteye geldiğimde bilgisayarımı açıp İnternet üzerinden sosyal medyaya şöyle bir göz atarken akıl, izan yoksunu zır cahil birinin şapşalca yapmış olduğu bir paylaşım dikkatimi çekti. ‘Yılbaşı kutlamak Hristiyan geleneğiymiş, Müslümanlar Noel kutlayamazmış, yoksa büyük günaha girermiş, cehennemde çıra gibi yanarmış!’ gibilerinden bir sürü safsata yer alıyordu, o paylaşımda…

Yahu Noel ayrı, yılbaşı ayrı!  

Kaç kere daha söyleyeceğiz, anlatacağız!..

NOEL; Hıristiyan dünyasında aralık ayının 24’ünü 25'ne bağlayan gece kutlanır. Yılbaşı ise Miladi takvime göre 31 aralık akşamı başlayan 1 Ocak gününe kadar devam eden kısa bir süreçtir Bu süreçte yeni bir yılın başlangıcını ifade eder.

Sona eren yılı uğurlamak, yeni başlayacak olan yılı karşılamanın ne alakası var Hristiyanlıkla!..

Geçen yıllarda olduğu gibi bugünde bu konu hakkında yine vurgulayarak özellikle belirtmek isterim ki; ‘Gerçek İslam aslından akıl dinidir! Ama kutsal dinimiz İslam; sayıları her geçen maalesef artan bu cahil softalar yüzünden türlü safsata ve hurafelerle aslından uzaklaştırılarak yozlaştırılma sürecine sokulmuş, her geçen gün daha yıpratılmaya çalışılmaktadır!..

Geçen yıl sonlarında yine bugünlerde sözde akademisyen kökenli(!) aklını kiraya vermiş yazar bozuntuların biri yalan ve savsata dolu makalesinde 'gerçek İslam tartışmasının hiçbir bilimsel değeri yok. Gerçek elma diye bir şey var mıdır, yoktur. Çünkü bir marketin rafında bulduğunuz veya pazar tezgahındaki elma gerçeğin ta kendisidir. Dolayısıyla gerçek İslam sokakta, evde, bankada, ticarette bizim yaşadığımız İslam’ın ta kendisidir.' diye böbürlenip ahkam kesmekteydi.

İlahiyatçı değilim, hacı, hoca, ulema takımından hiç değilim. Dolayısıyla işin ‘gerçek İslam’ boyutunda irdelenmesi ve tartışılması beni fazlasıyla aşar, haddimde değildir o türden tartışmalara girmek…

 Ancak yine de belki de haddim olmayarak inancımızla ilgili gereksiz tartışmalar açan ve bilip bilmeden, anlamadan dinlemeden, okuyup araştırmadan yani kısacası ‘sallama’ yoluyla ahkam kesene o ve onun gibi din tüccarlığına soyunmuş kimi yazar geçinen o türden şahıslar artık hemen konuda yalan yanlış bilgilerle bence belki de farkında bile olmadan bir anlamda halk üzerinde yürütülen algı operasyonlarına fırsat verilmesine yol açıyorlar.

Örneğin; demin verdiğim örnekte de belirttiğim gibi; ‘marketin rafındaki elma gerçeğin ta kendisidir.’ şeklindeki sözüm ona mantıksal(!) vurgulamaya karşılık olarak benim de affınıza sığınarak birazcık ahkam kesebileceğimi düşünüyorum. Çünkü işin o tarafı benim birazcık da olsa uzmanlık alanıma girmektedir.

O yüzden o türden yazanların ‘Yılbaşı/Noel’ konularında sözüm ona ifade ettikleri bu türden safsata denilebilecek görüşlerine karşılık öncelikle şunu belirtmek istiyorum; “Eğer elmayı ilk kez görüyorsan evet bu tez doğrudur. Yani marketin rafında, ya da pazarcı tezgahında gördüğün elma gerçeğin ta kendisidir. Ama bu kez de etiketinde bunun meyve olduğunun yazması ya da meyve reyonunda bulunduğundan meyve çıkarımın yapılması ya da isminin elma olduğunun belirtilmesi mutlaka gerekir. Bunlar yapılmıyorsa o sadece şeydir.’ O arada semantik yani anlam bilimi içeren bellek devreye girer ve hiç görmediği elmayı zihnimiz bir sınıfa sokmaya çalışır. Yazarın o yazısında verdiği örnekte ise raftaki ‘elmayı’ gören kişi ‘elmayı’ biliyor. Raftaki elma o kişinin o andaki gerçeği olmakla birlikte elmayı tercih etmesi daha önceki ‘elma’ hakkındaki bilgilerine, inancına ve deneyimine bağlıdır. Biz buna kısaca elmanın kültüre bağlı ideal tanımı diyebiliriz. İşte bu yüzdendir ki pazarlamaya yönelik araştırmalarda da hep tüketicinin zihnindeki ideal elmaya karşılık raftaki elmayı’ karşılaştırarak örnekleyerek veriyoruz. İşin ilginç tarafı herkesin kafasında aynı ‘ideal’ elmanın olmaması değil midir? Bu mantıktan yola çıktığımızda da konunun aslında gerçek Müslümanlık değil de ideal Müslümanlıkve pratikte uygulanan ‘Müslümanlık diye tartışılmasında yarar vardır, diye düşünüyorum. Tüm bunların yapılmadığı, tartışılmadığı bir ortamda kim, kimin ‘ideal Müslümanlıktan’ ayrıldığına, çıktığına veya ideal Müslüman sayılmadığına ya da sayılamayacağına yönelik yargılarda bulunabilir, hüküm verebilir ki?

Asıl tartışılması gereken konular bence bunlar olmalıdır. Eğer bu tartışmaları doğru, sağlam ve meşru zeminlerde konunun ehil olanlarıyla yapmazsak veya yapılmasını sağlayamazsak o zaman onlar gibi bizlerde inanın ki vebal altında kalmış oluruz. ‘Gerçek İslam’ tartışmalarından ‘İdeal İslam’ arayışlarına girmek elbette çok doğru bir yaklaşım hatta yöneliştir. Ancak ideal İslam arayışlarında doğruyu bulmaya yönelik tartışmalar ve çabalar hurafelerin etkisinde, cahiliye devrinde kalmış firavun kafalıların ahkam kesmesiyle asla başarıya ulaşamaz, yani ideal İslam’a erişmemizi sağlayamaz!..”

2024’in son günlerinde biri olan bu yazımı ‘İslam ve Akıl’ üzerine bir kısa fıkrayla bitirmek istiyorum. Gerçek inananların çok iyi bildiği gibi, İslam; ‘Akıl dini’ olarak kabul edilir. İslam’a inananlar sahip oldukları akıl sayesinde doğruyu bulur ve en doğruyu yaparlar. Fıkramız; ‘Onun boynuzları var!’ adını taşıyor. Peygamberimiz Hazreti Muhammed sonrası dönemde İmam-ı Azam’ın üzerine doğru gelmekte olan çok büyük boynuzları olan bir hayvana yol vererek kenara çekildiğini görenler neden böyle yaptığını sormuşlar, dahası bu davranışını yadırgadıklarını söylemişler. İmam-ı Azam gayet akıl dolu bir cevap vermiş; ‘O mahkukatın büyük boynuzları var, benim ise sadece aklım var. O yüzden çekilip o boynuzlu hayvana yol verdim. Çünkü boynuzlarıyla o hayvan bana ve çevresindekilere zarar verebilirdi!..’

Biraz erken olacak ama herkese mutlu yıllar dilerim…