YAZILI ANAYASA MI UYGULANAN ANAYASA MI YÜRÜRLÜKTEDİR?

Zannediyorum hemen sizlerde anımsayacaksınız, geçen değil önceki hafta
organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in açıklamalarıyla sermaye piyasasını
yöneten mekanizma piyasalarda bomba gibi patladı ve bir anda ülke gündemini
değiştirdi. Ardından rüşvet ve yolsuzluğa karıştıkları iddiaları ve suçlamalarıyla
karşı karşıya kalan iki cumhurbaşkanı danışmanı peş peşe istifa etti. Öyle istifa
etmek gibi bir özgür davranış biçimi başkanlık sisteminde olmadığı için,
etmelerine izin verildi veya ettirildiler. Orasını bilemem!..
Bu olay büyük bir patlamaya sebep olmuş ve adeta kanalizasyon akmaya
başlamıştı. Ama dikkat ederseniz o aşamada savcılardan ses seda çıkmamıştı.
Ancak siyasi partiler suç duyurusunda bulunmak için kuyruğa girmişlerdi. ‘Sayın
Savcılarımızın yukarılara(!) bakarak ne yapalım, nasıl yapalım?’ diye sorup
bekledikten sonra söz konusu iddia ve suçlamaların yer aldığı dosyaları önlerine
koyup incelemeye başladıklarını düşünür oldum. Bilmem yanılıyor muyum?.
Yargının bağımsızlığına değil de yargının bağımlılığına bir örnek daha vermek
istiyorum. Çünkü yazılı olan ve halen yürürlükteki anayasanın öngördükleriyle
iktidarın kimi uygulamaları ve tasarrufları müthiş biçimde çelişiyor. Şu anda fiili
durum şudur: Yazılı Anayasa kâğıt üzerinde mevcuttur ama icrada yani
uygulamada ise adeta yürürlükte olan sanki ayrı bir  ‘Anayasa’ vardır.  Yazılı
olan ama fiili olarak pek de geçerli olmayan anayasaya göre; Türkiye
Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır. Hakimler ve savcılar görevlerinde bağımsızdırlar.
Dahası mevcut Anayasa’nın 139. maddesi ise hakimlik ve savcılık teminatını
öngörmektedir. Yargıya ilişkin bu anayasal hükümler çağdaş demokratik
ülkelerdeki düzenlemelere paralel niteliktedir. Yani her şey demokrasilerde
olması gerektiği gibidir, ama gerçekten öyle midir, değil midir?..
Bence değildir. Yargıyı yöneten, Anayasa’nın 159. maddesi uyarınca Hakimler ve
Savcılar Kurulunda kurul başkanı, yöneticisi adalet bakanıdır. Bu da yetmiyor ki,
Bakan yardımcısı yani müsteşar, kurulun doğal üyesidir. HSK 13 kişiden
oluşmaktadır. Demek oluyor ki, HSK’nın iki üyesi doğal olarak
cumhurbaşkanının, yani sistemin adamı durumundadır. Ayrıca bu kurula partili
cumhurbaşkanı tarafından dört kişi daha üye olarak doğrudan atanmaktadır.
Böylelikle 13 üyenin altısı iktidarın atanmış adamı olmaktadır. Geriye kalan yedi
üyeyi TBMM seçer, deniyor. Bu durumda mevcut Cumhurbaşkanı’nın partisi AK

Parti, Meclis’te çoğunlukta olduğundan dolayı partili cumhurbaşkanı o geriye
kalanyedi üyeden dördünü seçtirme kabiliyetine sahiptir. Böylece iktidarın
bağımsız ve tarafsız olması gereken Hakimler ve Savcılar Kurulu’nda direkt
atanmış 10 üyesi olmaktadır. Bu durumda nerede kalmıştır, yargının
bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorarım sizlere?..
Şunu anlatmaya çalışıyorum; İktidarın bizzat oluşturduğu HSK iktidarın istediği
ölçüde gereğini(!) yapmaktadır. Bu durumun lamı cimi yoktur. HSK, hakim ve
savcıların mesleğe kabulü, atama, yükselme, meslekten çıkarma dahil tüm
disiplin işlemleri konusunda tek yetkilidir. HSK, Yargıtay üyelerini belirlemekte,
Bölge Adliye Mahkemesi üye ve daire başkanlarını, Cumhuriyet başsavcıları,
Ağır Ceza Mahkemesi başkanları ve  adalet komisyonu başkanlarını
atamakta, gayet özel ve hassas özelliği olan tüm davalara (!) yargıç
görevlendirebilmekte ya da görevden alabilmektedir. Aslında tüm bu işlerin
atayanların liderliğinde yapıldığını varsayabilirsiniz!.
Allah aşkına şu hiyerarşiye bir bakın, sonra bir daha düşünün o zaman bana hak
vereceksiniz; Partili cumhurbaşkanı, HSK, Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemeleri,
Yerel mahkemeler, Başsavcılıklar.
Bu yazının yazılmasında telefon ederek görüşlerini aldığım 9-10 yıl önce emekli
olmuş şimdi Ankara’da yaşayan eki bir Hakim dostum, ağabeyim bana konuya
ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı; Bu hiyerarşik yapı içerisinde yapılan
görevlendirmeler büyük ölçüde tek tip olarak yani standart prosedüre göre
yapılır, ayrıkotu göremezsiniz!.
Öyle zannediyorum ki; bugünlerde örneğin yaptığı itiraf niteliğindeki
açıklamaları sonrasında yargı bir türlü neden harekete geçmiyor, ya da
şarkıcı Gülşen’in tutuklanmasına yol açan  olayda ‘neden hukuka aykırı işlem
ve karar veriliyor’ gibi sorularının yanıtı, eğer gerçeği gerçekten aramak
istiyorsanız bu hiyerarşik yapı içinde durmaktadır!.
Meselenin bence özü şuraya dayanmaktadır; 2017’deki halkoylaması
sonrasında yeni oluşturulan sistem gereği Partili cumhurbaşkanı tarafından
tasarlanmış olan bir yargı sistemi vardır. Derin siyasi bölünme ve kutuplaşmanın
yaşandığı ülkemizde partili cumhurbaşkanınca seçilen üyelerin oluşturduğu bu
HSK ile hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, adaleti ve hukuk güvenliğini sağlamak
neredeyse olanaksız hale gelmiştir. NOKTA!.