YAZ DOSTUM
Yaz dostum, Barış söyler, kendi bir ders alır mı?
Yaz dostum, Su üstüne yazı yazsan kalır mı?
Yaz dostum Bir dünya ki haklı haksız karışmış
Yaz dostum Boşa koysan dolmaz, dolusu alır mı?
Bu haftaki köşe yazıma rahmetli, Barış Manço’nun Sarı çizmeli Mehmet Ağa şarkısının sözleriyle başlamak istedim.
Seyahatlerim sırasında yolum Anadolunun ücra bir köyüne düştü. Zamanında Köyde hem muhtarlık hem de esnaflık yapmış 85 yaşındaki Aslan amcayla kesişti yollarımız. Başladık sohbete. Eskiden mahalle bakkalına “yaz deftere bakkal efendi ay başı kapatırız.” denirdi diye söze başladı. “Yazardı deftere bakkal efendi ama bilirdi ki o defter ay başı değil, yılbaşı gelse yine de kapanmazdı. Mahalle ve köy bakkalları yine de verirdi ihtiyaç sahiplerinin erzaklarını. Onun da bağlı olduğu toptancılar olurdu. Bakkal efendi de toptancıya; “yaz deftere” derdi. Toptancı üreticiden malı alırken işin en başından anlaşmıştı halbuki,
“Tarladan ürününü ben alıyorum. Esnafa veriyorum esnafta halka satıyor. Halk esnafa para ödüyor, esnaf toptancıya toptancı ise üreticiye. Temel ihtiyaç maddelerinin döngüsünde çark bu şekilde dönüyor. Ekonomik gidişatın temeli öncelikle insancıl olmaktan geçiyor. Üretim, tarım ve hayvancılıktan geçiyor. Günümüzde ne insancıl yanımız kaldı ne tarım ne de üretim kaldı.”
Hepimizin keşkelerle, kapandığına isyan ettiği Köy Enstitülerini gelde arama. O dönemde okullar tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınlarında kuruldu. Amaçlarından biri de köylülerin alternatif tarım tekniklerini öğretmekti. Arıcılık bilinmeyen köylerde arıcılık, bağcılık bilinmeyen köyde bağcılık öğretiliyordu. Enstitüye atanan öğretmen gittiği köyde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi de öğreniyordu. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu. Enstitülerin hepsinin kendisine ait tarım arazileri, atölyeleri vardı. Bu sayede öğretmenler kendi okullarını gittiği köyde köylülerin işbirliği ile inşa ediyor ve devletin okul yapmasına gerek kalmıyordu.
Aslan amca aslında, bugünkü ekonominin ve gidişatın elbirliğiyle nasıl bu hale geldiğinin özetini geçti.
Aslan amcanın son sözleri içimi burktu adeta; “sen şimdi git süper marketin birisine temel ihtiyaçlarını al. Kasaya gelince yaz deftere diye biliyon mu? Diyemesin. 5 TL eksiğin olsun o süper market sana o ihtiyaçlarını verir mi heç? Gel bakayım bizim Madala köyünün bakkalına, dükkanı sırtına sarsan Sana hesap soran olmaz.”
Bi ara sustu, başını hafiften kaldırdı iki elleriyle ellerimi avuçlarının içine aldı. “ Bizi böyle böyle bitirdiler evlat. Bizi böyle böyle tükettiler. Ellerimizi topraktan, ekip biçmekten çektirdiler. Atalarımızdan bize miras kalan ekip biçtiğimiz topraklarımıza orman arazisi dediler elimizden aldılar. Gürül gürül akan suyumuzu hidrolik santralleriyle sondaj kuyularıyla kuruttular. Hayvanları otlatacağımız ne mera bıraktılar ne de yayla. Geldin madem buralara, sor araştır. Yaşadığımız yörelerin en güzel yerlerini elimizden aldılar. Orman olmuş buralar diye aldıkları toprakları Araplara sattılar. Biz üretip ekip biçerken, Arapların bizlerden yaptığı alış-verişlerle geçimimizi sağlamaya mahkum ettiler. Biz atamızdan böyle insanlık esnaflık gördük yavaş yavaş bizi yabancılaştırdılar evlat.”
Ne demişti Atamız; "Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bu gün dünya üzerinde olmayacaktık."
Ah be Aslan amcam;
Ülkemde sadece tarımı, hayvancılığı sanayiyi bitirmediler. Değerlerimizi, kültürümüzü, benliğimizi tükettiler. Gün ola harman ola. Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.
Yaz tahtaya bir daha,
Tut defteri kitabı
Sarı çizmeli Mehmet Ağa
Bir gün öder hesabı
Sağlıcakla…
Gazete Damga’dan alıntıdır.
Yorum yapın