YABANCILAR SORUNUMUZ

Türkiye Avrupa, Balkanlar, Ortadoğu’da en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmaya devam etmektedir. Eylül 2022 verileriyle ülkemizde ‘Geçici Koruma’ statüsü altında 3 milyon 655 bin 157 Suriyeli var. Suriyelilerin yaklaşık 100 bini yasal oturma iznine sahip, bir diğer 100 bini ise vatandaşlık statüsü kazanmış durumdadır. Sınırlarımız içinde Irak, Afganistan, İran ve Somali gibi ülkelerden 368 bin 230 sığınmacı ve mülteci daha var. Ayrıca Rusya, Ukrayna, Almanya, İngiltere ve Hollanda gibi ülkelerden oturma ve/veya çalışma iznine sahip 1.4 milyon yabancı uyruklu daha Türkiye’de yaşıyor. Bir diğer ifadeyle en az 5.5 milyon yabancıya ev sahipliği yapıyoruz. Elbette bunlar kayıt altındaki ülkemizde bulunan yabancı sayısıdır. Kayıt dışı olanlarla birlikte bu sayının yaklaşık 7 milyon kişi olduğu tahmin edilmektedir. 2011 yılında Suriye’de patlak veren iç savaşta, AKP iktidarı ‘Yeni Osmanlıcılık’ hayalleriyle ‘açık kapı politikası’ uyguladığı için göçe zorlanan Suriyelilerin yüzde 55’ini kabul etmek zorunda kaldık. 2011 öncesinde ülkemiz sadece 59 bin yabancı sığınmacı ağırlarken, bugün resmi rakamlarla 4.1 milyon sığınmacıyı ağırlıyoruz. Hukuken Suriyelilere barış sağlanana kadar Türkiye’de geçici kalma hakkı verilmişti, ancak geçicilik durumu kalıcı hale gelmiştir.  Sığınmacıların Suriye sınırına yakın mülteci kamplarından çıkmalarına göz yumulmasıyla sorun boyut değiştirmiştir. Bugün Suriyelilerin sadece yüzde 1.3 yani 48.128 kişi Göç İdaresi Başkanlığı tarafından yönetilen ‘yedi geçici barınma merkezinde’ kalıyor. Çoğunluk Türkiye’nin 81 iline dağılmış durumdadır. Rakam vermek gerekirse 552 bini İstanbul, 466 bini Gaziantep, 384 bini Şanlıurfa, 370 bini Hatay, 257 bini Adana ve 244 bini Mersin’de yaşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, her düzeydeki iktidar sözcüleri Suriyeliler için ne kadar onlar için “geçici misafir” derse desin, bilmeliyiz ki Suriyeli mültecilerin ‘ezici çoğunluğu’ Türkiye’de kalacak, kalmak istemektedir. Muhalif liderlerin ‘Suriyelilerin huzur içinde geri gönderileceğine’ ilişkin vaatleri de şimdilik kaydıyla birer temenniden ibaret kalmış durumdadır.  Çünkü pek çok güvenilir araştırma şirketinin yaptığı anket çalışmaları durumu tüm çıplaklığıyla tarif etmektedir. Örneğin Suriyelilerin yüzde 65’i Suriye’ye dönmeyi asla düşünmediklerini söylemektedir. Her dört Suriyeliden biri Esad’ın iktidardan uzaklaşması halinde geri dönmeyi kabul edeceğini belirtmektedir. Sadece yüzde 5.9’u Suriye’de güvenli bölgelere geri dönebileceklerini belirtiyor. 2018’den bu yana sadece 46.822 Suriyelinin geri dönmüş olması da bu durumu doğrulamaktadır. Suriye’den yeni sığınmacı gelmese de ‘yüksek doğum oranlarıyla’ Suriyeli nüfusu hızla arttığına dikkat çekmek istiyorum. Çoğu 8-10 yıldır burada yaşamakta ve ülkemizde yeni bir hayat kurmuş durumdadır. Bunların bir kısmı ise ekonomiye entegre olmayı başarmış, geri kalanlar da Türkiye’yi evi olarak görmeye başlamış durumdadır. Vatandaşlarımızın yüzde 82’si Suriyelilerle ortak kültürel bağın olmadığını düşünmektedir. Yüzde 72’si Suriyeli mültecilerin Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısına zarar vereceğine inanırken yüzde 74’ü mülteciler nedeniyle toplumun huzurunun bozulacağını düşünüyor. Sığınmacıların Türkiye’de kalmalarını kolaylaştıran en önemli faktör ‘kayıt dışı ekonomidir. Kayıt dışı ekonomi, Suriyelilerin çalışma izni almadan iş bulmalarına, işletme kurmalarına ve geçimlerini sağlamalarına olanak sağlamaktadır. Bu da dar gelirli vatandaşlar için rekabetin ve nefret duygularının yükselmesi demek olmaktadır. Çoğu yurttaşımız eğitim, sağlık, belediye hizmetleri gibi kamu hizmetlerinden Suriyelilerin ücretsiz yararlanmalarından rahatsız durumdadır. Düzenli veya düzensiz ayni veya nakdi destekler almaları ve kurdukları işletmelere sağlanan muafiyetler gerilim yaratıyor. Suriyeliler artan kira ve ev fiyatlarının, düşük ücretlerin ve işsizliğin nedeni olarak görülüyor. Yüksek doğum oranları ulusal kimliğe yönelik tehdit olarak algılanıyor. Bazı şehirlerde ve semtlerde gerilim yükseliyor, bazen de çatışma çıkmasına sebep olmaktadır. Sivil toplumun katılımı ve desteğiyle orta ve uzun vadede çatışma ve nefret söylemiyle mücadelenin yollarını acilen aranmalıdır. Bu çok boyutlu ve kalıcı sorunu yönetmek ve çatışma risklerini azaltmak için bir ‘Göçmen Bakanlığı’ kurulmalıdır. İktidar, öncelikle bu vahim belirti ve verileri kamuoyundan saklamadan sorunun asıl yükünü taşıyan yerel yönetimlerle işbirliği yapmalı ve belediyelere finans desteği sağlayarak sosyal uyumu hedeflemelidir…