VİZYON’UN NOSTALJİK FANTEZİLERİ Mİ?

Anımsayacaksınız, önce ‘Altılı Masa’ Anayasa taslağı önerisini açıkladı. Hemen ardından ise 3 Aralık’ta Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin ‘İkinci Yüzyıl Vizyonu’ toplantısını gerçekleştirdi. Basın daha doğru bir deyimle medya günlerdir bu ‘vizyon belgesi’ üzerine eleştirilerini, yorumlarını yapageliyor. Elbette benim de ‘Altılı Masa’nın yeni anayasa taslağı ve CHP’nin vizyon belgesine ilişkin bir şeyler yazmam, en azından ne düşündüğümü ifade etmem gerekiyordu. O nedenle bir süre bekledim, izledim ve gözlemledim ve şimdi, bugün itibarıyla yazmaya karar verdim. Cumhuriyet Halk Partisi’nin “İkinci Yüzyıl Vizyonu” gayet iddialı adına karşın, geriye AKP’nin ilk dönemine yani 2002-2007 dönemine dair izler taşımaktadır. Şöyle ki, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “uygulama tecrübesini ve başarısını biliyorum. O nedenle altını bir kez daha çizerek ifade ediyorum. Bu durumu bütün dünya da bu gerçeği biliyor ve takdir ediyor” şeklindeki ifadelerle övdüğü Ali Babacan’ın AKP’nin ilk iktidar döneminde uyguladığı ekonomi modeline dolaylı da olsa atıfta bulunmaktadır. O açıdan bakıldığında, CHP’nin söz konusu ‘Vizyon Belgesi’ bana göre başlangıçta dahi ‘yanlış bir nostaljiyi’ temsil etmektedir, diyebiliriz. Neden derseniz, öncelikle bu sözü edilen dönem, yani 2002-2007 döneminin başlangıcı AKP’nin henüz iktidar olmadığı 2000 yılında o yıllarda hükümette olan 3’lü koalisyonun İthal ekonomi bakanı Kemal Derviş ile başlamaktadır. Kimilerine göre de o söz konusu dönem artık çoktan bitmiş ve tükenmiş olan ‘üç vektörün’ yani dönemsel olarak belirli büyüklüğü ve yönü bulunan niceliklerin bileşkesiydi, diyebiliriz. Yine anlamadı iseniz, daha açık şöyle ifade etmeye çalışayım; Üç vektör yani üç nicelik derken bunların birincisi o dönemde ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında başlattığı ‘Küresel Emperyalist İmparatorluk’ projesiydi. İkincisi ise yine bu bağlamda, liberal Batı Dünyasına koşulsuz biat etmiş olması istenen ılımlı bir siyasal İslam modeli arayışıydı. Yine dönemsel olarak üçüncüsü ise 1997’de çevresel anlamda baş gösteren ama küreselleşmeye başlayan finansal krizlerde sermayenin tek merkeze yönelip dönerek 1999-2002 arasında büyüttüğü ve patlattığı borsa köpükleri denilebilecek finansal tarzda hareketlerdi. Bu tarzda ‘borsa köpükleri’ patlarken 1929’da Amerika merkezli yaşanan ‘Büyük İktisadi Buhran’ türünden bir ekonomik bunalım olasılığının, bir bakıma ‘tarihin en büyük finansal genişleme dalgasını gündeme getirmesiydi. Yani düşük faizli kolay kredi olanaklarıyla küresel güçler amaçladıklarına ulaşabileceklerdi. İşte Kemal Derviş’in 1999 sonlarında AKP iktidara gelmeden başlattığı 2002’den sonraki süreçte ise AKP’nin ve Ali Babacan ile sürdürdüğü ‘dünyaya örnek gösterilen başarısı’ yukarıda ifade ettiğim bu üç vektörün yani bu üç niceliğin bileşkesiydi. Anımsayacaksınız, o süreçte yani bu söz konusu dönemde ucuz dış krediler, ‘sıcak para’ adı altında ‘sıcak sermaye’ hareketlerine dönüşmüş, bu sağlanan dinamiklerin beslediği büyümenin yarattığı bolca kaynaklarda izleyen süreçte AK Parti iktidar dönemleri boyunca siyasal İslam’ın egemen güç, muktedir iktidar şeklinde inşasında kullanılır hale geldi. O bolca kaynaklar günümüze değin AKP iktidarları boyunca egemen gücün sağlamlaştırılması amacıyla ‘rıza almak üzere’ dağıtılırken, ‘Devletin gerektiği hallerde otoriter gücünü temsil eden şiddet aygıtları’ olarak tanımlanan unsurlar, daha da siyasileştirildi ve daha da güçlendirildi. Buna karşılık güçler ayrılığı ilkesel ve yönetsel anlamda zayıflatıldı, 1980’ler ve 90’larda tamamen hayal olan ‘başkanlık sistemine geçiş için’ gereken kurumsal, kültürel ve toplumsal koşullara zemin oluşturuldu. O zamanlar karşımızda duran ama aslında fark edilemeyen şey “süreç olarak ‘Dinci faşizan sürecin’ devlete erişme ve devleti ele geçirme aşamasıydı. Ancak her zaman ve her ülkede olduğu gibi küresel destekli büyük sermaye grupları günlük çıkarları ve nereden nasıl menfaat elde edebileceklerine kabaca ifade etmek gerekirse ‘küplerini nasıl daha fazla dolduracaklarına’ odaklanmıştı. O yüzden o kesimler, demokrat geçinen Liberaller ile ‘aymazlık içinde aldanmakla meşgul idiler.’

Buraya kadar anlatmak istediklerimi eğer anlayıp, birazcık da olsa kavrayabildiyseniz bu noktadan sonra işin birazda fantezi kısmına girelim;  CHP’nin o ‘Vizyon’ toplantısında, ‘siyaset üstü kavramı’ sanırım, işlevsel bir kavram olarak kullanıldı. Çünkü siyasetin genel tanımına yani ‘sınıflı toplumda adalete ve iktidara ilişkin sorunlar kapsamında’ bakarsak, böylesine bir iddianın aslında belirli bir siyasetin örneğin: Büyük sermaye çıkarının, ortak toplumsal çıkar olarak ‘yanlış tanınmasını’ amaçlayan bir ideoloji olduğunu gayet net görebiliriz. CHP’nin Vizyon toplantısında açıklanan İkinci fantezi konusu denilebilecek ilkesel anlamda söylemde ‘demokratikleşip, siyaseti temizleyince dış kaynak gelecek” iddiasıydı. Bu iddia bana göre; ütopya dahi olamayacak hayal üstü sayılabilecek bir fantezi idi aslında..

Çünkü kafası ekonomiye biraz basan, benim gibi ve benim kadar, okumuş yazmış, mürekkep yalamış erbabından sayılan biri, birileri bile, bu ülkeye dış kaynağın yani sermayenin, sadece demokratik ve çok temiz olduğunuz için değil, iktisadi ve finansal değerlenme koşullarını uygun biçimde sunabildiğiniz oranda gelebileceği bal gibi bilir, anlar ve algılar. Meseleyi özü itibarıyla daha nasıl net ve açık biçimde anlatayım sizlere doğrusu bilemedim!..