VESAYET ALTINDA DEMOKRASİ OLUR MU?

Yazımın başlığında aslına bakarsanız anlatmak istediğim şudur; 1950’ de Demokrat Parti’nin tek başına iktidara gelişiyle başlayan süreçte Türkiye’de ‘Merkez Sağ’ diye bilinen partilerin ve o partilerce oluşturulan iktidarların, özellikle de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin ülkemizdeki demokratik rejime yönelik bence yaptıkları en büyük kötülük, bu rejimin temelleri olan ‘LAİKLİK’ ve ‘HUKUK DEVLETİ’ ilkelerini bozmak, yıpratmak ve de etkisiz hale getirmiş olmalarıdır..

Öteden beri Türkiye’deki ‘Merkez Sağ’ partiler ve onların kurdukları hükümetlerle işbaşına gelen iktidarlar, üstü kapalı başlayıp şimdilerde aleni devam süreçte dini siyasete alet etmeyi alışkanlık haline getirdiklerinden, tarikatlardan, cemaatlerden hep destek aramışlar, aradıkları desteği bulmuşlar ve bu aldıkları destek karşılığında da o tarikat ve cemaatleri devlet aygıtının içine sincice sokmayı başarmışlardır..

2002’den beri 20 yılı aşkın bir süredir devam eden AK Parti iktidarları sürecinde de bana göre bu ülkemiz ve devletimizin geleceği açısından ‘vahim hata’ doruğa ulaşmış ve Türkiye 15 Temmuz 2016 gerçekleşen o hain kalkışmayla kanlı darbe girişimiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Bu olumsuz deneyime rağmen AK Parti iktidarı, sonraki süreçte hiç vakit kaybetmeden ‘Paralel Devlet Yapılanması’ yani (PDY) denilen ‘Fetullahçı Terör Örgütü’ nün yani ‘FETÖ’ nün Devlet aygıtında boşalan yerlerine başka tarikat ve cemaatlerin müritlerini doldurma yoluna gitmiştir. Bu işin daha kötü tarafı ise bu yapılan vahim hatanın bence gölgesi denilebilecek kırıntı ve kalıntıları, ‘Altılı Masa’ denilen oluşumun içine de, orada yer alan bazı sağ partiler tarafından da taşınmış ve böylece Türkiye’yi son süreçte adeta pençesine alan ‘antidemokratik karabasanından kurtuluş’ amacıyla büyük umut bağlanan muhalefet seçeneğini de kargaşa ve karışıklığa sevk etmiştir..

Geçenlerde ünlü tarihçi Profesör Doktor İlber Ortaylı’nın Hürriyet gazetesinde 20 Ağustos 2016 tarihinde yayımlanan, “Tarikatlar Siyasete Karıştığında...” başlığıyla yayımlanan yazısını İnternet’ten buldum ve okudum. İlber Ortaylı o yazısında tarikat ve cemaatlere ilişkin şu görüşlerini paylaşmıştı; “Cemaat, tarikat, İslam toplumlarında hele ki, Türk toplumunda kabul görecek bir kurum asla değildir. Selçukiler devrinde Karmatiler vardı. Bu sosyalizme ve hatta Zerdüştlüğe meyyal cemaati Nizâmülmülk feci halde tedib etti. Osmanlı tarihinde Kadızadelileri siyasete karıştıkları için bilhassa 17’nci asırda Köprülü Mehmed Paşa şiddetle cezalandırdı. Siyasete bulaşması kaçınılmaz olan bu gibi kitlelerin gelişimine hoşgörüyle yaklaşılmamıştır. Hatta 19-20’nci yüzyıl dönemecinde ortaya çıkanların durumuna bakarsak İslam dünyasının bugünkü başlıca problemlerinden birinin tarikat ve cemaatler olduğunu söylemek pek de haksız sayılmaz.”

Aynı konuda benzer biçimde Profesör Doktor Şerif Mardin ise Diyanet İşleri başkanının “Sokağa da egemen olmasını istediği inancın” apaçık bir ‘MAHALLE BASKISI’ olduğunu vurgulamış ve çeşitli yazı ve söyleşilerinde İttihatçıların bile en çok cehaletlerinden ötürü ‘SOKAĞIN DİNİ’ dediği, siyasete sokaktan egemen olmaya çalışan cahil cühela takımından oluşan ‘azgın dinci gruplardan’ yani cemaat ve tarikatlardan korktuklarını ifade etmiştir..

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bence takdire şayan biçimde özenli ve sabırlı bir çalışma ile oluşturduğu ‘Altılı MASA’ da yer alan diğer beş siyasi parti, ülke siyasetinin sağından gelen partilerdendir. Bu beş siyasi parti bu durumda 1950’den beri ülkede iktidar olan ‘Merkez Sağ’ diye adlandırılan siyasi partilerinde hatalarını hatta günahlarını da taşımaktadır. Çünkü ben inanıyorum ki, bu hataların ve günahların birikimleri Türkiye’yi bugün bulunduğu noktaya getirmiştir. Bu kanaatimi dile getirirken bir parçacıkta olsa yanılma payım olabileceği düşünerek de bir hususu daha belirtmek isterim; Bence Altılı Masa’ da bulunan diğer sağ tandanslı beş siyasi partinin kimi söylem ve açıklamalarına bakıldığında öyle anlaşılmaktadır ki, bu partiler gerek tarihsel ve ideolojik/siyasal takıntılarından, gerekse tabanlarından gelen baskılardan dolayı olsa gerek yakın geçmişteki yani aynı hataları tekrarlamak eğilimi içerisinde görünmektedir. Buna karşılık, CHP ve onun lideri Kılışdaroğlu, bu masanın bütünlüğünü korumak amacıyla olsa gerek bu beş partiye sürekli olarak ödün, hatta ödünler vermekte, özellikle Cumhuriyeti, Atatürk’ü ve laikliği yeterince koruyan bir tutum ve davranış sergileyememekte ve kendi geleneksel seçmen kitlesinden çok ciddi eleştirilere muhatap olmaktadır. Oysa ‘ALTILI MASA’ içindeki sağ partilerin siyasal ağırlıkları bence de çok önemlidir ama İYİ Parti dışındakilerin oy oranları epeyce düşük kalmaktadır. Yani İYİ Parti dışında partilerin toplam oy oranı en iyimser tahminle yüzde 5 ila 9 arasında gidip gelmekte yüzde 10’a kadar bile erişememektedir. Yine kanaatim odur ki, ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Demokratik Rejimi yeniden tesis etme ilkesi üzerinde uzlaşma sağlamak’ uğruna sürekli ‘ödünler vermek’ şeklinde politikalarını sürdürmekle hatalı davrandığını düşünmekteyim. Çünkü bugün şikayetçi olduğum, yakındığım ve eleştirdiğim tarikat ve cemaatlerin vesayeti altında bırakıldığını düşündüğüm demokrasimiz bile eğer bu süreç tersine döndürülemez ise gün gelir ortadan kalkar gider..