TÜRKİYE’NİN TARİKAT GERÇEĞİ

Yazımın başlığında ifade ettiğim ‘Türkiye’nin tarikat gerçeği’ üzerine bildiklerimi ve de öğrendiklerimi sizlere anlatmadan önce sizlere bu konuya ilişkin yeni öğrendiğim bir başka gerçeği yani Türkiye’deki tarikat yapısının önemli parçası olan ‘Hankah’ ın ne olduğunu ne anlama geldiğini, öğrendiğim kadarıyla anlatmak istiyorum. Ülkemizdeki ‘Tarikat’ gerçeğini en iyi anlatan kaynak metinlerden biri Türkiye Diyanet Vakfı’nın yayımladığı İslam Ansiklopedisi’dir. O yüzden aşağıdaki metni İslam Ansiklopedisi’nin ‘TARİKAT’ maddesinden aynen alıntı yaparak sizlere sunuyorum; “Bir tarikata girmek isteyen kimsenin (talip, muhip) mutlaka o tarikatın şeyhine intisap (biat) etmesi gerekir. Tarikata girmeye son dönemlerde ‘ahz-ı tarikat’, bir şeyhe bağlanmaya ‘ahz-ı yed’ (el alma) denilmiştir. Biat talibin manevi bağlılığını ve teslimiyetini simgeler ve bu yolla şeyhin feyzinden faydalanması beklenir. Aynı zamanda şeyhe ve onun vereceği emirlere tam anlamıyla bağlı kalacağına dair söz vermeyi (ahit) ifade eden biat sırasında müride hırka ile serpuş giydirilir. Ardından mürit intisap ettiği tarikatın adap, erkân ve usullerini şeyhinin rehberliğinde gerçekleştirir. Şeyhi hiç görmeden onun ruhaniyeti vasıtasıyla eğitilmek de mümkündür. Buna, Veysel Karani’nin Hz. Peygamber’i görmediği halde manen eğitilmesi ve kendisine peygamber tarafından hırka bırakılmasından dolayı Üveysi tarik / Üveysilik adı verilmektedir. Tarikat şeyhi kendisine biat eden müritlerin manevi babası veya manevi annesi kabul edildiği için müritleri de birbirinin manevi kardeşi sayılır. Tarikatta eğitim sürecini (seyrüsülûk) tamamlayanlara hilafet hırkası, irşat hırkası, icazet hırkası gibi adlarla anılan hırka giydirilir. Bu hırkayı giyen kimse bir şeyh sıfatıyla başkalarını tarikata kabul etmeye ve onları irşada yetkili sayılır. Bir tarikattan icazet alan kimsenin başka tarikatlardan da hırka giymesi ve icazet alması mümkündür. Şeyh ve dervişler gündelik serpuş olarak üzerine destar sarılmış arakıyye giyerler, özel günlerde ve önemli törenlerde ‘tac-ı şerif’ denilen serpuşlarını takarlar. Tarikat mensupları zamanla farklı renk ve şekillerde taç ve hırka giydiklerinden özellikle Osmanlılar döneminde taç ve hırkaları onların bir tarikata mensubiyetini gösterir olmuştur. Bunların yanı sıra şeyh ve dervişlerin kullandıkları tesbpih, asa, kemer gibi eşyalara ‘cihaz-ı tarikat’ adı verilir. Birçok tarikatın kendine has şekil ve niteliklerde bayrak (alem) ve sancakları da bulunmaktaydı. Sufilerin bir araya gelerek sohbet etmeleri ve zikir yapmaları, zaman zaman inzivaya çekilmeleri için II. (VIII.) yüzyıldan itibaren hankahlar kurulmuştur. Sonraki dönemlerde dergâh, tekke, zaviye gibi isimlerle de anılan ve oldukça farklı fonksiyonlar icra eden bu merkezlerin vakıflar yoluyla varlığını sürdürmesi sağlanmış, zamanla yanına kütüphane, dershane, revak, hastaların tedavi edildiği bir bölüm, misafirhane, ambar, bağ bahçe gibi birimler eklenmiştir. Zaman zaman hankahlar medresenin işlevlerini de üstlenmiş, tarikat eğitiminin yanı sıra başta tefsir, hadis, fıkıh, akait, Arapça olmak üzere çeşitli konularda dersler verilmiş ve kitaplar yazılmıştır. Osmanlılar döneminde tarikat şeyhleri kendilerini tıp, astronomi, musiki, bestekârlık, hattatlık, nakkaşlık, çiçekçilik gibi ilim, sanat ve meslek dallarında da geliştirdikleri için meşihatını üstlendikleri dergâhlar bir tür güzel sanatlar mektebi ve şifahane işlevi görmüş, buralarda yabancılara, yolculara ve hastalara hizmet verilmiştir. Öte yandan XIX. yüzyılda bazı tekke şeyhlerinin şikâyetleri üzerine sapkın inanışlara sahip tarikat mensuplarının durumlarının devlete bildirilmesi ve bu tür inanışlara sahip kimselere tekke açtırılmaması için bazı şeyhler görevlendirilmiş, tekkelerin denetim altına alınması için 1866 yılında şeyhülislamlığa bağlı Meclis-i Meşayih kurulmuştur.”

Günümüzde de anayasasında ‘LAİKLİK’ maddesi halen yürürlükte olan Türkiye Cumhuriyeti’nde ne yazıktır ve de ne hazindir ki, o sözünü ettiğim ‘HANKAHLAR’ yani (dergâh, tekke, zaviyeler) mevcudiyetlerini korumaktadır. Dahası bu ‘Hankahlar’ tarikatların dernekleri ve vakıfları aracığıyla varlıklarını olanca güçleriyle sürdürmekte ve Milli Eğitim Bakanlığı ile peş peşe imzaladıkları resmi protokollerle eğitim fonksiyonlarını belki de Osmanlı döneminden daha fazla yerine kolaylıkla getirmektedirler. Türkiye’deki ‘Tarikat Gerçeği’ üzerine konuşurken, tartışırken, hatta ahkam keserken tüm bu bilgilerin ışığında hareket etmek faydalı olacaktır, diye düşünüyorum…