Özellikle son 13-14 yıldır türlü siyasal hesaplarla adım adım, aşama aşama, bu denli keskinleştirilerek kutuplaştırılan toplum, kaçınılmaz olarak moralsiz ve dolayısıyla huzursuz hale getirilmiştir. Dikkat ederseniz 'gelmiştir' demiyorum, 'getirilmiştir' diyorum..

Bugün itibarıyla siz hiç etrafınızda çok mutlu, sürekli gülümseyen, hayata çok iyimser güzlüklerle bakabilen, gelecek kaygısı hiç taşımayan, sıkıntısız, tasasız, karşılaştıkları en basit zıtlıklara veya tersliklere dahi hoşgörüyle bakabilen insanlar görebiliyor musunuz?.

Ne yazıktır ki ben göremiyorum!.

Başta da belirttiğim gibi yıllardır türlü siyasi hesaplar nedeniyle atılan gerginlik tohumları sayesinde büyük ölçüde kutuplaştırılmış, moralsiz, huzursuz ve de mutsuz hale getirilmiş insanlar topluluğu haline gelmiş bu toplumun 'çirkinleşerek ahlaksızlaştırılmış siyaset yüzünden' bu durumu geldiğini, getirildiğini düşünmekten kendimi alamıyorum..

Önce 16 Nisan 2017'de gerçekleştirilen referandumda, ardından 2018’de apar topar,  oldu bititye getirilerek yapılan 24 Haziran seçimlerinde dile getirmeye çalıştığım manzaranın doğal sonucunu daha doğrusu beklenen yansımalarını ne yazık ki gördük, yaşadık. Tam birazcık normalleşelim derken 2019’da 31 Mart yerel seçimleri geldi, çattı. Tekrar kasvetli kutuplaştırılmış keskinleşmiş öfkeli ortama döndük. Ardından ekonominin kötüye gidişi freni boşalmış eski model kamyon gibi yokuş aşağı gitmeye başladığında, Corona virüsün yarattığı Pandemi koşullarında iyice belirginleşince, yazımın başında dile getirmeye çalıştığım bu durumun getirdiği tablonun izahı kimilerine göre;

1946'dan beri kör, topal, ağır aksak biçimde de olsa yoluna devam etmeye çalışan parlamenter demokrasimiz, son kırıntıları ile ayakta durmaya çalışılırken, 16 Nisan halkoylamasının sonuçlarıyla yolun sonuna gelmiş veya getirilmiş, hemen sonrasında geçen yıl gerçekleştirilen seçimlerin sonucu itibarıyla da sözünü ettiğim parlamenter demokratik sisteme belki de tabuta son çivinin çakılması gerçekleşmiştir. Tüm bunların rövanşı niteliğindeki 31 Mart yerel seçimleri ise sonuçları itibarıyla toplumun üzerindeki ölü toprağının savrulmasına aymazlık halinin uyanışa dönüşmesine sebep olmuştur!.

'Peki, bundan sonra ne olur, neler olması beklenmelidir?' gibisinden sorulara yanıt oluşturabilecek karşılık bana göre şudur; Salt bizde değil, bütün dünyada siyaset kurumunun veya siyasi iradenin elindeki en büyük koz halkın cebi üzerinde oynadığı veya oynayacağı oyundur. Siyaseten yandaş olanda muhalif olan da halkın cebi üzerinden yapılan ekonomik manevralarla ya kazanan, ya da kaybeden duruma gelir, getirilir. Bunu yapmak içinde öncelikle para gereklidir. Sözünü ettiğim siyasi iradenin olağan bütçe kaynakları ile gördüğü hizmetler iki açıdan seçim dönemlerinde siyasetçiye ciddi avantaj sağlayamaz. O yüzden şöyle kurnazca bir yol izlenir; Kamu bütçeleri zaman içinde aşırı dalgalanmalar göstermeyip, istikrar içinde seyredebilir. Bu olmasıdır gerekendir, yani olağandır. Onun kamu idaresini elinde bulunduran iktidar sahipleri veya ülkemizde yeni yürürlüğe giren sisteme göre siyasi irade, bütçeden seçim dönemlerinde avantaj sağlamak amacıyla dönem içinde harcamalarda kaymalar sağlayacak manevralar yapmaya başlar. Örneğin; Döneme yayılmış olarak planlanan bayındırlık gibi kamu yatırım harcamalarının önemli bölümü seçim öncesine kaydırılarak seçmen üzerinde etki oluşturulmaya çalışılır. Benzer şekilde, herhangi bir zam ya da gelir artış harcamaları da yıl boyuna yayılmayıp, bekletilir ve seçim öncesinde uygulamaya koyulmamaya çalışılır. Bunlar bir nevi masum(!) siyasi avantajlarmış gibi kabul edilir. Tüm bunları dile getirirken, yani kendimce analiz yaparken şunu anlatmaya çalışıyorum; 24 Haziran 2018 ve 31 Mart 2019 seçimleri öncesi süreçlerde siyasal iktidar son derece bilindik nedenlerle iktidarda kalma endişesini kuvvetlice taşımaktaydı. Anlayanlar, anlayabilenler için sözünü ettiğim bu türden endişeler öylesine kor gibi diri gözükmekteydi ki, hem AK Parti'nin kaderi Türkiye’nin kaderiyle ile birmiş, berabermiş gibi tutulmaktaydı, hem de tüm muhaliflerin ezilmesi, yok edilmesi için tüm yollar mübahmış gibi görülmekteydi. Hem 24 Haziran'ın hem de 31 Mart'ın seçim stratejisi ve seçim propaganda yöntemleri bu yol üzerine kuruldu. Sonuçta sizlerin de bildiği gibi 24 Haziran'da kısmen de olsa başarı sağlanırken 31 Mart'ta ise iktidarın büyük bir fiyasko dolayısıyla hezimet yaşaması gibi bir durum ortaya çıktı, yoksa sizce çıkmadı mı?.

Bu noktada toplumsal psikoloji, yani sosyoloji ve felsefeye dayanan bilgi ve birikimlerimle şu hususu bilhassa belirtmekte yarar görüyorum; Kafası karıştırılarak sürekli olarak yoğun biçimde kararsız dengede tutulan toplumların bir dönem sonra nasıl tepki vereceği kestirilemez bir hal alır. Toplum bir anda büyük bir hırsa kapılarak öfkelenebilir ve önüne de sandık gelmişken iktidarı veyahut muhalefeti değiştirme hamlesinde bulunabilir. Böylesi olası durumlardan daha önceki bazı yazılarımda bahsetmiştim. Önce 24 Haziran, sonrasında ise 31 Mart seçimlerinin sonuçları itibarıyla başlayan Türkiye'nin yeni düzeniyle ilgili süreçler herkese göstermektedir ki; Toplumu  getirildiği  hassas noktalarda tercih yapmaya zorunlu kılan en önemli etken yani tetikleyici olan en önemli belirleyici güç ekonomi olmuştur, bundan sonra da yine ekonomi olacaktır..