TARİH BİLİNCİ OLMAYAN BU YAZIMI OKUMASIN!..

Bizim toplumumuzda öteden beriye genellikle milliyetçi ve muhafazakar kesimde bulunanlar, Osmanlı’nın yükseliş dönemindeki seferleri ve fetihlerinin anlatıldığını zannettiği tarih bilgisi, çeşitliliği ve karmaşıklığı ne ölçüde olursa olsun geçmişteki gerçeklerin ve olayların hem incelenmesi hem de yazılmasından ibarettir. Oysa ki, tarih aynı zamanda bir insan ve toplum bilimidir. ‘TOPLUM BİLİMİ’ dendiğinde ise bu bağlama ekonomi ve sosyoloji de girmektedir. Anımsayacaksınız, daha 20 gün önce 9 Eylül günü, İzmir’in 100. Kurtuluş Günü kutlamasında konuşan kentin Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “100 yıl önceydi. Bu toprakları yönetenler, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindeydi” mealinde sözler ifade etti. Başkan Tunç Soyer, tarihsel bir gerçeği ve doğruyu söyledi ama akıl almaz ve paranoyak bir tepkinin hedefi olmaktan kurtulamadı. Soyer’in komasına ilk tepkiyi verenlerden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye göre o konuşma “İflah olmaz bir cahillik, tedavisi imkânsız devşirme hastalığı” idi. Daha sonra AKP’nin sözcüsü Ömer Çelik ise konuşmanın “Osmanlı Devleti’ni hedef alması şuursuzluktur. Cumhuriyetimize sahip çıkmak için tarihimizin büyük köklerinden Osmanlı Devleti ile kavga etmek milletimizin kimliğine saldırı” olduğunu söyledi. Üçüncü olarak “Atina belediye başkanı Tunç Soyer’i izleyince bir kez daha anlıyoruz ki işgalcilerin tamamını denize dökmemişiz!” diyen AKP’li gazeteci kökenli eski milletvekili Şamil Tayyar sözüm ona eleştirisini/hakaretini dile getirdi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in konuşmasında ‘ayranları kabartan’ o söz; (Bu toprakları yönetenler, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindeydi) Mustafa Kemal Atatürk’ün NUTUK’un sonunda yer alan “Gençliğe Sesleniş” deki son bölümünde yer alan o sözdür; “Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

İşte bu sözler aslında tarih bilinci gereği biraz mürekkep yalamış her vatandaşın ezbere bilmesi gereken sözlerdir, gerisi hamaset ve mugalatadır yani yanıltmacadır. Tunç Soyer’e Atatürk’ün o sözlerinden dolayı kalleşçe saldıranlar bilin ki, gerçekte Atatürk’e saldırmaktadır. Tarih bilgisi ve bilinci olanlar bilmelidir ki, Osmanlı beyliği ve sonraki süreçte Osmanlı devleti Orta Asya’dan göçle gelen Türkmenler tarafından kurulmuştur. Avrupa topraklarının fethiyle birlikte o süreçte Osmanlı, tarihçilerin “Greko-Slavo-Türk” olarak tanımladığı “çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü” bir imparatorluğa dönüşmüş ve bu dönüşümle birlikte Türkmen olarak adlandırılan Türk soylu olanlar Saray’dan ve dolayısıyla yönetimden uzaklaştırılmışlardır. Bana inanmayıp bu aslında tarihsel doğru ve gerçeği öğrenmek isteyenlere, Mustafa Akdağ’ın Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası kitabında yer alan “Celali İsyanları” ile Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi okumalarını önerebilirim. Ayrıca Halil İnalcık’ın Devlet-i Aliyye ile Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet adlı kitaplarını mutlaka okumalarını tavsiye ederim. Bir öneride daha bulunmak gerekir ise Prof. Dr. Mustafa Akdağ’ın “Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası”  adlı eserinin 78. sayfasından aktaracağım şu cümleyi lütfen dikkatle okumanızı salık veriyorum;: “1564’te Anadolu’da büyük bir kıtlık çıktığı görülüyor. Çeşme’den yollanan bir arzda, açlığın dehşetinden bahis olunurken, halkın ekseriyesinin ‘ot otladıkları’ kayıt olunmuştur.” Bahsedilen 1564 yılında Muhteşem Süleyman dedikleri padişah saltanat sürmekteydi, anımsatmak isterim. Fethedilmiş Hıristiyan ülkelerin soylu sınıfından toplanan esirlerin Osmanlı yönetimine gelmesiyle kurulan Kul Sistemi oluşturulması ve bu sistemin geliştirilmesiyle Osmanlı devlet yönetiminin Türklükle ilişkisi kalmamış, koparılmıştır. Sadrazamlar İstanbul’un fethine kadar Türk soylu, kökenli iken Osmanlı’nın çöktüğü 1922 yılına kadar kadar görevlendirilen 218 sadrazamın yüzde 90’ı Hıristiyan dönmesi yani Türk solu olmayanlardan oluşuyordu. Örneğin; 5 Şubat 1623-30 Ağustos 1623 arasında sadrazam olarak görev yapan Arnavut asıllı Mere Hüseyin Paşa, Türkçe bilmez, kendisiyle Türkçe konuşanlarla tercüman aracılığıyla konuşur, anlaşırdı. Gerçek şudur ki; Gerçek anlamda bir Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın kesinlikle devamı olarak görülmemelidir. Çünkü yazımın önceki bölümünde de belirttiğim gibi İstanbul’un Fethi süreci sonrasında devlet idaresinde aşamalı olarak Türk soylu olanları yani Türkmenleri uzaklaştırmış, dışlamış ve reddetmiş olan kuruluşundan çöküşüne kadar tahta çıkan padişahlardan sadece ikisinin annesi Türk soylu olan Osmanlı nasıl bizim atamız sayılabilir, hiç düşündünüz mü?.