ŞU AN DÜNYADA HÜKÜM SÜREN GÜNCELLENMİŞ EMPERYALİZMDİR
Günümüzde güncellenen emperyalizmin, hem ekonomik, hem de siyasal olarak, nasıl küresel biçimde örgütlendiğini ve tek bir merkezi olmayan bu mekanizmanın geçmişte olduğu gibi, bugün de bir devletler sistemine ihtiyaç duymadığını, dolayısıyla güncellenen emperyalizmin, bugünün kapitalist devletleri arasında var olan jeopolitik rekabetin, geçmişte kaldığı yönünüdeki bazı tezleri bir yana bırakırsak, iki temel farklı görüşle karşılaşmış oluruz..
Bu görüşe en yakın tez şudur; Amerikan emperyalizmine kimin, nasıl meydan okuyacağı sorununun eski emperyalizm teorilerinin kavramları ve anlayışıyla düşünülmesinden kaynaklandığı savunulmaktadır. Buna göre; Özellikle son 35-40 yılı içinde oluşturulmuş birbirine entegre küresel üretim ve finans ağları ve pek çok kapitalist devlet arasındaki entegrasyonun derinliği emperyalistler arasındaki jeopolitik rekabeti bütünüyle yok etmese de hafifletmektedir. Kanımca bu görüş, günümüzde devletlerin entegre üretim ağlarına, büyük değer zincirlerine çok bağımlı durumda olduklarına işaret ederek önemli bir noktayı vurgulamaktadır. O önemli nokta, sadece büyük kapitalist ülkelerdeki değil, gelişmekte olan ülkelerde de burjuva sınıflarını artık ulusal burjuvaziler olarak düşünmek mümkün değildir, şeklindeki görüştür. Yani çıkarları sermaye birikimini kendi ülkeleriyle sınırlamamaktan yana olan, sermaye dediğimiz unsurun yekpare olmadığı içerisinde çıkarları farklılaşan çeşitli fraksiyonları da taşıdığı ve bunların her birinin kendi devletlerinden beklentileri de farklılaştığı bir sisteme doğru gittiği yönündeki tez ağırlık kazanmış durumdadır. Ancak bazı ülkelerde belirli bir büyüklüğe ve kendi iktidar bloklarında belirli bir refaha ulaşmış sermayelerin eski birikim tarzlarına dönmeyi kabul edeceklerini düşünmek de artık pek mümkün görünmemektedir..
Bu görüşün kanımca en tartışmalı tarafı, günümüz kriz koşullarında 'ki bununla sadece devam eden büyük küresel ekonomik krizi değil, bununla birlikte devletlerin karşılaştığı meşruiyet krizinin de var olabileceğini kast ediyorum' ABD’nin küresel bir hal alan güncellenmiş emperyalizmi yönetme kapasitesine olan inancı olduğunu düşünüyorum. ABD ve diğer önde gelen kapitalist devletlerarasında askeri olduğu kadar hala ekonomik anlamda da güç asimetrisi olsa da bu devletler arasında beliren ciddi çıkar çatışmalarının içinde bulunulan ve daha uzun yıllar süreceği belli olan kapitalist kriz bağlamında jeopolitik mücadelelere neden olmasını bekleyebiliriz. Jeopolitik anlaşmazlıkların sol düşünce sisteminin egemen olduğu ülkelerde bazen fazla abartıldığı söylenebilir ancak Doğu ve Güney Çin denizlerindeki sürtüşmeler veya Ortadoğu’daki vekalet savaşlarının ya da yeni başlayan Rusya’nın Ukrayna işgal hedefli savaşın bölgede daha ciddi çatışmalara yol açma riskinin olmadığını kim söyleyebilir? Rusya’nın Ukrayna işgali ve sonrasındaki olası gelişmeleri önümüzdeki günlerde kapsamlı bir biçimde değerlendireceğim. Ancak şu anda Ukrayna meselesi yüzünden göz ardı edilen 'Çin ve ABD arasındaki ilişkiye dair' derlediğim bilgiler ışığında şöyle bir analiz yapmak mümkündür;
Çin emperyalizminin oluşumu, Çin toplumsal formasyonunda yaşanan bir iç mutasyonun sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bu sürecin arkasında bağımlı bir toplumsal tabaka olan devlet bürokrasisinin göreceli olarak kendisini bir kapitalist sınıfa dönüştürmesi yatmaktadır. Çin'de egemen sınıf olarak yeni bir burjuvazinin oluşumu, yeni bir kapitalizmin oluşumuyla el ele gitmiş, bu da Çin toplumsal formasyonunu köklü bir biçimde dönüştürmüştür. Bu yöndeki analizleri özgün ve değerli kılan da Çin’in bir küresel güç olarak gelişimini, ülkenin tüm sınıflarını ve kurumlarını ilgilendiren toplumsal formasyonundaki sözünü ettiğim bu büyük mutasyona bağlanmasıdır. Çin’in yaşadığı kapitalist dönüşüm, Rusya’nın aksine, Çin devletinin dağılması ve yeni bir kapitalist devlet ve sınıfın doğmasıyla gerçekleşmemiştir. Tam tersine Çin devleti entegre yapısını korurken kapitalistleşmiş, çekirdeğinde Çin Komünist Parti bürokrasisinin olduğu bir kapitalist sınıf göreceli olarak oluşmuştur. Çin bugün dünyada en fazla dolar milyarderini barındıran ülkedir. Büyük burjuvazisi de zevkleri, yaşam tarzları itibariyle dünya burjuvazisiyle entegre olmuş durumdadır. Çin ve ABD ekonomileri arasında da karşılıklı bağımlılık ilişkileri çok fazladır. Çin sermayesinin Amerikan pazarından vazgeçmesi dahi düşünülemez durumdadır. O nedenledir ki, küresel kriz patlak verdiğinde Çin’in geniş, ama aşırı emek sömürüsü dolayısıyla sınırlı kalmış iç pazarına yönelerek yeni bir birikim rejimine dayalı olarak büyümesini sürdürmeyi seçebileceği, bununla birlikte yeni bir egemenlik projesi ortaya koyarak ABD’ye meydan okuyabileceği olasılığı halen konuşulmaktadır. Ancak açıkça görülmekte ve gözlenmektedir ki, Çin burjuvazisi sermaye birikiminin küresel olanaklarından vazgeçmeye hevesli değildir ve asla rıza göstermemektedir. Ancak tüm gelişmeler sonucu Çin kapitalizminin hızlı gelişimi onu dışarıda daha saldırgan bir güç haline getirmektedir. Çin büyük bir iştahla tüm dünyaya sermaye ihraç etmekte, Afrika ve Ortadoğu’daki ticari gücünü bölgedeki siyasi gücünü artırarak pekiştirmeye çalışmaktadır. Bu bölgede askeri üsler kurma planları geliştirmekte Çin, pazarının Doğu Asya ülkeleri açısından önemiyle ve komşularının birçoğundaki yatırımlarındaki artışla çifte bir bağımlılık yaratmaktadır. Ama günümüzde gelinen nokta, Çin açısından durumun ABD’nin doğu Asya’daki egemenliğiyle çelişmeye başladığını göstermektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Pasifikte mutlak egemenliğe sahip olan ABD ile Çin arasındaki sürtüşmeler gün geçtikçe artmaktadır. İnernet üzerinden edindiğim bilgilere göre; Çin bin civarında savaş gemisi, çeşitli özelliklere sahip denizaltıları ve uçak gemileriyle devasa bir donanmayı son 30 yıl içerisinde kurmuş durumdadır. Türkiye’de fazla takip edilmiyor ama Çin ve ABD donanmaları arasında bazen sıcak çatışmalara çok yaklaşan sürtüşmeler sıklıkla gerçekleşmektedir..
Buraya kadar sizlere çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgilerle aktardıklarıma bakacak olursak emperyalist sistem içerisindeki konumlanışları, yer değiştirme ve sarsıntıları, dolayısıyla da devletlerin uluslararası alandaki etkinliklerini toplumsal formasyon ve iktidar bloku içerisindeki çelişki ve dönüşümleri temel alarak analiz etmeye dönük bir vurgunun göze çarptığı apaçık görülmektedir..
Yorum yapın