SOL’UN ÖZGÜVEN SORUNU..

Her zaman olmasa da bazen düşünürken şöyle bir denklem kurmaya
çalışıyorum; CHP belki henüz pek farkında değil ama siyasetin salt sağından
değil de solundan hatta daha solundan gelecek bir desteğe gereksinimi var
mıdır, diye. Ancak siyasetin solundan da böyle bir desteği verebilecek, kendi
potansiyelleriyle uyumlu bir biçimde etkin ve etkinlik düzeyine yükselmesi
gerekmektedir. Tüm bunları düşünür ve kafamda denklem oluşturmaya
çalışırken şunu da düşünmeden kendimi alamıyorum; Bence ülkemizdeki sol
siyaset unsurları kendi öneminin ve sorumluluğunun yeterince bilincinde değil
midir?.
Tüm bu ve buna benzer sorulara gerçek nitelikte yanıtların bulunması
kaçınılmaz biçimde şarttır. Çünkü ülkemizdeki ekonomik ve siyasal kriz gittikçe
derinleşiyor. Mevcut siyasal rejim, yani siyasetin dinamik olması gereken
unsurları bütünüyle artık çözüm üretme, kitlelerin rızasını alma, seçim kazanma
kapasitesini çoktan yitirmiş görünmektedir. Çalışanların ekonomik sorunları
derinleşirken öfkeleri de giderek yükselmektedir. Bu durum aslında şunu
göstermektedir: “Gök kubbenin altında kriz ve kaos vardır. Bu durum da sol
siyasetin epeyce etkin ve öncel olması için tüm koşulların mükemmelleştiğini,
ortamın gayet elverişli hale geldiğini göstermektedir..”
Türkiye’de, tarihi Osmanlı dönemine uzanan bir sol hareket vardır. Bu, aynı
zamanda sert sınıf mücadelelerinin, kitlesel eylemlerin, askeri darbelerin,
katliamların ve direnişin de tarihidir. Diğer taraftan, ülkenin siyaset
düzlemindeki, üstünlük kurma, galip gelme skalasına bakınca, sol hareketin en
altlarda bir yerde olduğu da maalesef görülmektedir. Diğer bir deyişle solun
değişiklik yaratacak üstünlük kurarak bir etki yapma ve yaratma kapasitesi
bugün itibarıyla diğer siyasal unsurlara, aktörlere kıyasla çok daha düşüktür.
Kamuoyu yoklamaları da sol hareketin siyasal unsurlarının, beklenti ve
istemlere yanıt verenlerin görüş alanı içinde olmadığını saptamaktadır.
Ülkemizdeki kırık dökük ve de hep sağa evrilmeye meyilli güya sosyal demokrasi
etiketli siyasal unsurların, gerçek solu görmezden gelmesi, adeta “onlar nasıl
olsa tıpış tıpış sandığa gidecek ve bize oy verecekler” inancı içinde olması
benim bu konudaki iddiamın reel anlamda gerçekleşmesine bariz bir diğer
göstergedir. Ancak solun gerçek anlamda bir ‘fark yaratmasının’ potansiyelini
gerçekleştirmesinin önündeki asıl engel, kanımca toplumda sol duyarlılıkların,
rejimden hoşnut olmayanların yokluğu değildir. Taksim’de kısıtlamalar altında
yapılabilen 1 Mayıslara, ülke çapında 10 milyondan fazla bir katılımla yaşanan,

mevcut iktidar büyük bir travma yaratan Gezi olaylarına, HES direnişlerine,
İstanbul sözleşmesinden çıkılması sonraki süreçte bir anda yükselen örgütlü
kadın direnişlerine, ana muhalefet partisinin zaman zaman
düzenlenen mitinglerine katılıma bakınca, ülkedeki sol yani demokratik sosyalist
temelli duyarlılıklara da sahip büyük bir muhalefet kitlesinin varlığı kolaylıkla
gözlemlenip, görülebilir. Sorun, bence iktidara muhalif kitlelerin yokluğundan
değil, solun benim gözleyebildiğim kadarıyla temel iki zaafından kaynaklanıyor.
Birincisi sol güçlerini birleştirerek siyasi etkinlikler alanına ihmal edilemez
büyüklükte bir varlık ortaya koyamıyor. İkincisi, özellikle geride kalan 42 yıl
içinde sol, iktidar olabilme inancını giderek yitirdi. Hedefler yelpazesinin
içinde devletin yönetimini demokratik yollarla ele geçirmek yani iktidar
olmak adeta yok gibidir. Bu yelpaze haklar ve özgürlükler, günlük talepler,
grupları koruma kaygıları ile doludur. O nedenle siyasi iktidarı hedefleyen bir
talep bulmak artık çok zordur. Bu iki zaaf, birbirlerinin hem nedeni ve hem de
sonucu olarak devinmeye devam ediyor. Sol bu kısırdöngüyü bir türlü
kıramıyor. Sol gelmekte olduğu 14-15 yıldır belli olan baskı ve teröre
karşı hazırlanmadığı, var olan durumu geleceğe yansıtarak parlamenter
demokratik görüntünün devam edeceğini varsaymaya devam ettiği, süreç
olarak faşizmin ilerleyişini zamanında göremediği için hazırlıksız yakalanmıştır.
Şimdi, artık çok daralmış hareket alanı içinde kıpırdayamamaktadır. bu durumu
aşmak için ne yapmak gerektiğini de tam olarak bilememektedir. Ancak bazen,
çözülmesi olanaksız gibi görünen çelişkilerde, durumun dışına çıkacak ezber
bozucu adımı atarak, sentezi ya da çözümün görülmesini engelleyen dengeleri
bozmayı denemek gerekebilir. Bu adım çoğu kez realiteye rağmen, bir inanca,
yani teoriye, etik ilkelere dayanarak, yaratacağı sonucu önceden bilemeden
atılması gereken bir adım olabilir. Lenin’in Napolyon’dan alıntı yaparak
aktardığı “Önce davranılır ve sonra görülür” özdeyişinde olduğu gibi. Çünkü
özne davranmadan önce durum bir şeydir, özne davrandıktan sonra başka bir
şeydir. Öznenin attığı adım, durumun hızla özneden yana ya da ona karşı
değiştirmeye başlayabilir. Bu asla unutulmamalıdır.  Sol bugün bu adımı atacak
özgüvenden yoksun görünüyor. Ne güçlerini birleştirebiliyor ne siyaset alanında
kendini gösterebiliyor ne de potansiyelinin hakkını verebiliyor. Sonuç olarak
şunu belirterek bitireyim; İnancınız ne olursa olsun. Yeter ki yeşerdiği toprak,
yüreğinizdeki vicdan olsun. Yoksa meyvelerinin hep başkalarının toprağına
düşmesinden şikâyet etmek zorunda kalırsınız!.