SİYASET KİRLETİLİNCE GARNİTÜRÜ BAYAT OLUR!

Siyasal istikrarsızlığın tetiklediği toplumsal olaylar, çatışmalar ve bunların getirdiği kaos ortamlarının en büyük nedeni bugünkü yazımın başlığında ifadesini bulan kirlenen daha doğrusu kirletilmiş siyasettir. Kirletilmiş siyasetin en belirgin figürleri ise 'bayat garnitürler' olarak tanımlanabilecek yaşadıkları dönemin siyasetçileridir. Aslında ‘anlayana sivrisinek saz, anlamayan davul zurna az’ sayılabilecek, mizahi bir üslupla kaleme aldığım bugünkü yazımda çeşitli taşlamalar, ironi içerikli tespitler ve fıkralar yer almakta ve Türkiye’de siyaset yapmanın öyle sanıldığı kadar pek kolay bir iş olmadığı anlatılmaktadır. Çünkü Türkiye’de ‘eğer siyaset yapmak istersen’ önce güzel ve fiyakalı bir kıyafetin olacak. İyi marka ve kaliteli kumaşlardan bir kaç takım elbise aldın mı, üzerine geçirdin mi, halkın gözüne iyi görünürsün. Bu daha işin birinci aşamasıdır. Daha sonra eşi dostu sıklıkla ziyaret edeceksin. Onlar yakınında olurlarsa işin kolaylaşır. Onların uzaklığı arttıkça masrafın da artar. İşin burasını da hallettikten sonra sıra üçüncü aşamaya gelir. İşte o aşama belki de en önemlisidir. Ziyafet faslıdır o son aşama. Bu ziyafet faslında masrafı fazla olur siyasetçinin. Bu son aşamayı da başarabilirsen Türkiye’de siyaset yapmayı gerçekten öğrenmiş olursun. Tüm bu aşamaları yerine getirmek ‘Siyasetin Garnitürleri’ sayılır. Asıl olan yerelde de ve genelde de iktidar olan liderlere yakın olmak hakkıyla yağcılık(!) yapabilmek ve o liderlerin her dediğine yalanda olsa alkış tutmak gerekir. Bu da yetmiyorsa partiye yüklü bir miktarda sonradan kazanacağın paraların bir kısmını bağışlamaktır. Eğer paran varsa elbette!. Bağışladığın paranın reklamını da iyi yapabiliyorsan artık Türkiye’deki geçerli siyaset yoluna girdin sayılır. Artık yakın çevrene bol bol vaatte bulunabilirsin. Arkanı sağlamlaştırdığın için vaat ettiklerini yakın bir zamanda unutsan dahi veya hatırlamasan bile eğer adaylığın kesinleşmiş ise dahası seçilmeyi de garantilemiş isen çevrendekilerden yolmaya başlayabilirsin. Seçildiğinde ise rahatlıkla onları mutlaka ‘ihya’ edeceğine söz verebilirsin, köylerine kasabalarına ilçelerine ve şehirlerine dev sanayi tesisleri, en azından fabrika bile kuracağını söyleyebilirsin. Artık halk sana umut bağlamaya, medet ummaya kısacası güvenmeye başlamıştır. İlkinde seçimde kazanırsan, ‘onları uyutmaya devam edersin.’  Bu ilk seçim olduğu için daha çok tecrübesiz olduğunu düşünürler onun için vaatlerini yerine getiremediğinde pek fazla sorun oluşturmaz. Liderinin her dediğini yapmaya başladığın onun gözüne girdiğin için ikinci seçiminde tekrar aday olursun ve yine seçilecek sırada aday gösterilirsin. Artık Türkiye’de siyaset yapmayı öğrendiğin için işi arttırıp Avrupa’dan veya Amerika’dan vatandaşlık hakkını bile almış olabilirsin. Halkı çaktırmadan istediğin gibi aldatabilmeyi başarabildi isen, onların gözünün içine baka baka ‘utanmadan yalan söylemeyi’ de becerebiliyorsan eğer, bu iş olacağı kadar olmuştur. Nasıl olsa ‘Lider’ senden asla vazgeçmez, vazgeçemez. Üçüncü defa seçilemesen de artık senin için sorun değildir. Çünkü yükünü tutmuşundur ve üstelik kıyak bir ‘emekli maaşı’ da alırsın, keyfine bakıp dilediğince yaşarsın. Yaşamını dilediğin yerde göbeğini kaşıyarak istediğin yerde veya ülkede rahatça sürdürürsün. ‘Memleket batsa bile’ sen asla batmazsın. Şayet ‘vatan elden gitse bile’ senin ikinci vatanın vardır, mutlaka oraya gider, sığınırsın. Ama bu yoksul, dar ve sabit gelirli seçmenlerinin senden hesap soracağı bir yer daima vardır. Orası neresidir, biliyor musun, ‘Sırat köprüsüdür.’ O siyaset yaparken yıllardır, aldatıp kaldırdıkların bu dünyada olmasa bile ahret de sana sırat köprüsünde hesap soracaklar, oradan seni bir melun gibi aşağıya iteceklerdir!. 

Şimdi gelelim seçme siyasi fıkralara..

Başkan Bush’un pulları..

Baba Başkan Bush talimat vermiş; “Üzerinde resmim olan pullar bastırdım, bundan böyle Başkanlığın bütün mektuplarında bu pullar kullanılacak.” Bir süre sonra görülmüş ki o pullar zarflara bir türlü yapışmıyor, yapıştırılamıyor. Başkan Bush küplere binmiş ve yetkilileri çağırıp sormuş; “Üstünde resmim olan pullar yapışmıyor, arkalarına yeteri kadar zamk sürmediniz mi?”

“Sürdük efendim” demiş yetkili ve eklemiş; “Pulların yapışmamasının nedeni, herkesin pulun arka yüzüne değil de ön yüzüne tükürmesi galiba efendim!."

Hitler’in tutsakları!..
Adolf Hitler üç tutsak yakalatmış, tutsaklardan biri İngiliz, diğeri Fransız ve bir diğeri de Yahudi imiş.
Hitler tutsaklara "Size sorular soracağım, bilirseniz sizi serbest bırakacağım." demiş. Önce İngiliz'e sormuş; "Titanik kaç yılında battı?" İngiliz esir hemen cevap vermiş;"1912 yılında" diye. Hitler hemen göndermiş İngiliz esiri. Sonra dönüp Fransız'a sormuş bu kez; "Titanik'te kaç kişi ölmüştür?" 
Fransız tutsak hemen yanıt vermiş; "1050 kişi" Hitler; "Tamam, sen de gidebilirsin!" özgür bırakmış Fransız esiri hemen. Sonra sıra gelmiş Yahudi esire; "Say bakalım, Titanik’te ölenleri isimlerini alfabetik sırayla!."

Çay içme muhabbeti!..
Bir Amerikalı, bir İngiliz ve bir Iraklı kahvehanede oturmuşlar çay içiyorlarmış. Amerikalı çayını bitirince bardağı havaya fırlatmış, silahını çıkarıp bardağa ateş edip parçalamış ve şunu söylemiş; "Bizde bardaklar o kadar ucuzdur ki, biz Amerika'da aynı bardakla iki kez asla çay içmeyiz." Demiş. İngiliz de bunun üzerine çayını bitirip bardağı havaya fırlatmış ve ateş ederek bardağı aynen Amerikalı gibi parçalamış ve şunu demiş; "Bizim İngiliz kumsallarında bardak yapacak cam için o kadar çok kum vardır ki, bizde aynı bardakla iki kere çay içmeyiz." Bunun üzerine Iraklı da buz gibi soğukkanlı bir şekilde çayını bitirmiş, bardağı havaya fırlatmış, silahını çekip Amerikalı ile İngiliz’i vurup öldürmüş ve şöyle konuşmuş; “Bağdat'ta bu İngiliz ve Amerikalılardan o kadar çok var ki, biz ayni adamlarla iki kere asla çay içmeyiz!.."

Vergi adaleti üzerine Temel fıkrası..
Bizim Temel uluslararası ekonomi toplantısına katılır. Devletlerin topladığı vergi dağılımını tartışırlar. 
Konuşmacılardan biri Amerikalı, biri Avrupalı, biri de Temel’dir. Ortaya bir fikir atılır. Halktan toplanan vergiler nasıl adaletli biçimde dağılımı yapılacaktır. Amerikalı söz alır ve şunu söyler "Bizim Amerika’da önce yere bir çizgi çizeriz ve sonra topladığımız vergileri havaya atarız. Çizginin soluna düşen paraları halka hizmet olarak geri veririz, sağ tarafta kalan devlete kalır, yatırım yaparız." 
Derken Avrupalı söz alır ve "Bizim Avrupa’da başka ama ona benzer bir uygulama yaparız. Önce yere bir daire çizeriz. Halktan toplanan vergileri havaya atarız. Dairenin dışında kalan halka hizmet olarak geri döner, dairenin içine düşenleri devlet harcamalarına kullanırız."Sıra bizim Temel’e gelir ve başlar anlatmaya; "Ula uşaklar, ne güzel anlattunuz da. Keşke bizda sizun çirkefluklerunuzi değil da habu çalişkanluğunuzi alsak. İnanun bizum öyle bir uygulamamız yok. Bizde daha kısa oluyi. Bir kere öyle yere çizgi çizmezuk. Bizde hükümet halktan toplar vergileri. Atar havaya. Yere düşenleri kendilerine harcama yaparlar. Havaya kalanlar halka hizmet olarak geri döner!."