SİYASAL İSLAM İNANÇ DEĞİL İDEOLOJİDİR
Geçenlerde İlahiyatçı Prof. Dr. İbrahim Maraş’ın bir gazetede yayımlanan siyasal İslamın geçmişini, Türkiye’deki durumunu, özelliklerini, amaçlarını ve ideolojik konumlarını kapsamlı ve detaylı biçimde anlatan ve irdeleyerek yorumlayan söyleşisini okudum. Profesör Doktorİbrahim Maraş, özellikle Türkiye’de, siyasal İslam’ın Türk kelimesine, ulus-millet kavramına, ulusal-milli marşa, bayrağa ve laik, demokratik devlet düzenine bütünüyle karşı hatta düşman olduğunu özellikle vurgularken, “Onlara göre, devrim için her şey mubahtır. Yanisınav sorularını çalmak, devlette, kamuda kadrolaşmak, torpil yapmak, adam kayırmak, hırsızlık, yolsuzluk yapmak İslam davasının muzaffer olabilmesi içinson derece doğal ve gereklidir, asla haram ve günah değildir” sözleriyle durumun ne denli dramatik ve vahim olduğunu ifade ediyordu. Profesör Maraş’a göre siyasal İslam ideolojisinin günümüzdeki reel tanımı şöyle yapılmalıdır;“Vahabi kaynaklara dayanılan tercümelerden doğmuş; gerçekçilikten, gelenekten, derinlikli düşünceden ve hayattan kopuk; tepkisel, devrimci, tektipçi, sosyal değişimi reddeden ve ötekileştirmeye dayalı ideolojik ve siyasi temelli ütopik bir harekettir. Düşünsel veya sosyal bir hareket asla değildir. Çünkü ideolojik ve siyasi yapısı onu daha selefi ve radikal bir çizgiye itmiş ve toplumsal yönü gözükse de topluma tektip, zamana, mekana ve olgusal duruma göre değişmeyen ve sloganik bir ‘sözde İslam anlayışı’ dikte ettirme üzerine şekillenmiştir. Siyasallaşan İslamcılık, Türkiye’de ve dünyada, 18. yüzyılın son çeyreğinden başlatılsa da bu kesinlikle doğru değildir. Türkiye’de İslamcılık, 1960’lardan itibaren başlamıştır. Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya atılmış fikirler, kesinlikle İslamcılık değildir. Bu dönemde kullanılan tabir, siyasi olmayan bir ittihadı İslam, İslamlaşma fikridir. Ana hareket noktası da akılcı ve bilimi reddetmeyen bir din olarak inanılan İslam’ın ana kaynaklarına, gelenekteki yorum zenginliğine dönerek ve aynı zamanda Batı medeniyetinden de faydalanılarak yeni bir medeniyet inşa etme düşüncesidir. Siyasal İslamcılık ise kendi dışındakini dönüştürmeyi, buyurganlığı, ötekini tanımlamayı ifade etmektedir. 1960 sonrası günümüze kadar gelen siyasal İslamcılık, toptancı ve aspirincilik denilebilecek bir yapıdadır. Batı’yı neredeyse toptan bir reddedişe dayanır. Siyasal İslam’ın ortaya çıkışında sağlıklı modernleşememiş muhafazakâr toplulukların, sözde dine sığınma hastalığının etkili olduğunu söylemek gerekir. Bu yönüyle İslamcılığın çıkış sebeplerinden biri, kendilerini zihnen ve ilmen yenileyemeyenlerin çaresizlik ve sömürgecilik karşısında ortaya attıkları bir ütopyadır. Yani bilhassa taşralı gençlerin, şehirlerde kendi metaevrenine, gettosuna çekilip acılarıyla başbaşa kalma anlayışıdır. Ezildiğine inanan bu arabesk toplum yapısının bireyleri, fırsat bulduğunda ezmeye, acılarının kinini almaya, kinini din edinmeye, dolayısıyla da adaletsizliğe, şiddete ve diktatörlüğe meyilli olmaktadır. Bunun en önemli sebebi, hayallerinden sıyrılıp gücü elde ettiklerinde zihinlerindeki İslamileştirmeyi hızlandırma isteğidir. Siyasal İslamcıların önemli bir kısmı için demokratik, laik ve üniternitelikli devleti ve millet gibi kavramları‘ŞİRK, KÜFÜR’ olarak değerlendirmektedir. Bugünkü tarikat ve cemaatler, tasavvufi görünümlü olsalar da düşünce tarihindeki tasavvufi anlayışla herhangi bir alakaları kalmamıştır. Çoğu tipik bir İslamcı hareket olarak sahne almaktadır. Son zamanlarda İslamcılığın, bilhassa gençler arasında selefilik ve Vahhabiliğe doğru bir eğilime yol açtığı da görülmektedir. İslamcılar, yönetimi üstlendiklerinde hayatın gerçekleriyle, devletle, demokrasiyle, büyük maddi imkânlar ve büyük hırsızlıklarla, ahlaksızlıklarla ve bunun meşrulaştırılmasıyla yüz yüze geldi. Bu da insaflı ve aklı başında az sayıdaki İslamcıda, İslami devrimin değil insani ve ahlaki devrimin yapılması gerektiği düşüncesini uyandırdı. Bana göre hiçbir İslamcı hareket ve dini grup, İslamcılık ve bilhassa dinin siyasetle eşitlenmesi sarmalından kurtulamaz. Çünkü İslam dünyasındaki asırlardır kronik bir hastalık halini alan; aklı, bilimi, ahlakı, devlet yapısını dışlayan ve dini; geleneğe, nassa, sabit hükümlere, yorumlara, ideolojiye hapseden, cinsiyet ayrımcılığına ve kadın ötekileştirmesine dayalı yanlış bir İslam anlayışı var. Bundan sıyrılabilmek için ciddi bir zihniyet yenileşmesi gereklidir.”
Konuya ilişkin yazacaklarım dolayısıyla anlatacaklarım epeyce çoktur ama bu kadarı bile, yani sizlerle paylaştığım ilahiyatçının görüşlerini özetle içeren bölümü dahi aymazların bir parçacıkta olsa aymalarına sebep olursa ne mutlu bana!..
Yorum yapın