POPÜLİZM DEVRİ ARTIK BİTERKEN..

Bugün için görünen odur ki; Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla başlayan ve 1990’larda epeyce kuvvetlice esen globalizm rüzgarının, dünyaya mutluluk getirmediği apaçık bir gerçektir. Beklenenin aksine tek kutuplu dünya insanlarda belirsizliği tetikleyip derin güvensizlik ve öfkeye neden olmuştur. Yükselen bu duyguların neden ve hangi sebeplerden kaynaklandığını kısaca şöyle özetleyebiliriz; Ekonomik güvensizlik: Globalizm az sayıda ülkeye kaynak transfer ederken, çoğu ülkede gelir dağılımı dengelerini altüst etti. Orta sınıflar fakirleşti, gelecek endişesi yükseldi.Fiziksel güvensizlik: Terörizm, kentsel yoksullaşma ve uyuşturucu bağımlılığının yayılması dünyanın her yanında bireysel can güvenliği endişesini artırdı.Ulusal kimlik endişesi: İklim krizi, kuraklık ve iç savaşlardan kaynaklanan sığınmacı dalgaları göç alan ülkelerde işsiz kalma korkusunu ve ulusal kimlik endişesini tetikledi. Siyasete güvensizlik: Kitlelerde, kendi hükümetlerinin daha çok mültecilere ve zenginlere hizmet ettikleri duygusu yükseldi. Bu da onları ana akım yerine, sistem karşıtı popülist partilere oy vermeye meyilli hale getirdi.Bilgi güvensizliği: İnternet ve sosyal medyadan akan bilgi seli bireylerde endişe ve güvensizlik duygusunu derinleştirdi. Geleneksel medyaya karşı güvenimizi sarsan dezenformasyon yani bilgi kirliliğine dayalı kampanyalar ve sahte haberlerle sürekli izlendiğimizi düşünmemize neden olan teknolojik dijital gelişmeler, mahremiyet kaygılarımızı artırdı.İşte özellikle son 20-22 yılda yaşadığımız gelişmelerin ardında tüm bu etkenler yatmaktadır. Bu tür eğilimler pek çok ülkede millici, yerlici, ulusalcı, kamucu, korumacı, totaliter ve otoriter liderlerin arkasındaki motor adeta güç haline geldi. Azınlıklar, göçmenler, entelektüeller ve seçkinleri düşman gören politikalarla işbaşına gelen popülist liderler, toplumları ‘BİZ’ ve ‘ONLAR’ şeklinde iki kutba ayırdı, düşmanlaştırdı ve mevzilerini pekiştirdi. Akademik uzmanlarca uzun uğraş ve araştırmalar sonucu oluşturulan ve yayımlanan ‘Türkiye’de Demokrasi, Güvenlik ve Devlet Algısı’ raporunda şu çarpıcı tespit yeralmaktadır; “Sadece son 10 yılda ve sadece Avrupa’da popülist partilere oy verme oranı yüzde 7’lerden yüzde 25’lere ve en az bir popülistin bulunduğu bir hükümet tarafından yönetilen Avrupalıların sayısı 12.5 milyondan 175 milyona çıktı.” Ancak bu türden liderlerin yönettikleri ülkelerin çoğunda son yıllarda tam tersi sonuçlar ortaya çıkmaya başladı. Türkiye, Rusya, Macaristan, Venezüella, Brezilya gibi ülkelerde, orta direk eridi, ‘otoriter popülist siyasetin’ faturası yükseldikçe yükseldi. Öyle ki Türkiye yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde görmediği bir çöküşle karşı karşıya durumdadır. Bugün ekonomiden dış politikaya, eğitimden sağlığa, istihdamdan toplumsal barışa kadar tekinsiz zamanlardan geçtiğimiz acı bir gerçektir. Doğaldır ki pek çok araştırma başta Türkiye olmak üzere bu ülkelerde köklü bir siyasi dönüşümün eşiğinde olduğumuzu da göstermektedir.İstanbul Politikalar Merkezi ve Ankara Enstitüsü’nün hazırladığı “Türkiye’de Demokrasi, Güvenlik ve Devlet Algısı” adlı raporu nüfusun yüzde 72 buçuğunun ülkenin sorunlarını ancak seçimle işbaşına gelmiş yeni bir hükümetin çözebileceğine inandığını söylüyor. Tanınan kamuoyu araştırma şirketi KONDA’nın Haziran 2022 barometresine bakıldığında ise sorunları Recep Tayyip Erdoğan’ın çözebileceğine olan inancın yüzde 23’e kadar gerilediğini göstermektedir. Özetle yapılan tüm araştırmalar, yurttaşların ezici çoğunluğunun “Reis artık yönetemiyor, sistem artık çalışmıyor” noktasına geldiğini ve “muhalefetin bu kez kazanacağına ilişkin yaygın inancın” epeyce arttığını vepekiştiğini kanıtlamaktadır.Bütün bu veriler şafak vaktine yaklaştığımızı gösteriyor. Ancakolası değişimi yönetecek muhalefetin stratejik birlikten hala uzak olduğu da bilinen bir gerçektir.Çünkü aynı veriler muhalefet bileşenlerinin Meclis’te rejim değiştirecek sandalye sayısına ulaşmasının da hala uzak ihtimal olduğunu söylemektedir. Türkiye’nin demokrasiyle kalkınmayı mümkün kılacak ortak bir rotada ilerleyebilmesi için Altılı Masa’nın diğer muhalefet güçleriyle işbirliği kaçınılmaz ve de birincil bir şart olarak gözükmektedir. Siyasiler bu cesareti gösteremez ise kanaatim ve öngörüm odur ki; ‘şafak vakti aydınlığı’ yerine kısa sürede tuzaklarla dolu ‘alacakaranlık kuşağına’ hızla geçmemiz hiçte uzak bir ihtimal değildir!..