POPÜLİST FAŞİZM SÜRECİNDE YAŞAMAK
Çok ağır bir ekonomik bunalım ortamında son derece kritik bir seçime doğru giderken siyaset meydanında uzun sürmüş bir dönemin artık sonuna geldiğimizi hissedebiliyoruz. Bu öyle uzun sürmüş bir dönem ki ardında bırakacağı yıkımı onarmak belki de yıllar alacak; öyle bir haftada, bir ayda, bir yılda onarılacak gibi görünmemektedir. Sekiz ay sonra yapılacak bu kritik seçimde ihtiyacımız olan şey, sadece ‘kazanacak aday’ arayışı değildir daha doğrusu olmamalıdır. Bence gereksinim duyulan şey bugün artık ‘saray idaresine dönüşen’ uzun sürmüş bu iktidarı gerçekten sonlandıracak, geleceğe yönelik somut politikaları ortaya koyup hak ve özgürlükler temelinde, ekonomik ve sosyal refah talebiyle, demokratik toplum değerlerine bağlı geniş tabanlı bir toplumsal muhalefeti örgütleyip, öncülük etmektir. Seçimi kazanacak olan ‘ADAY’ değil, örgütlü muhalefet ve o muhalefetin ortaya koyacağı politikalar olmalıdır. Sadece bizde değil dünya üzerinde birçok ülkede askeri darbelerin ya da ağır ekonomik bunalımların ardından iktidara gelen otoriter popülist iktidarlar, önce neoliberal politikalarla dar ve orta gelirli kesimlere, esnaf ve çiftçilere yalancı bir bahar yaşatırlar, ardından güya iyilikle ve de rıza göstermek üzerine kurdukları bu düzeni, aşırı sağcı söylemlerle, güvenlik, hatta ulusal güvenlik endişelerini kışkırtarak, bireysel silahlanmayı teşvik ederek, dini referanslara başvurarak, adım adım otoriter bir siyasal düzene dönüştürürler..
O türden iktidarlar rejimlerini güçlendirdikten sonra da kendilerini alternatifsiz ilan ederler. Biz bunu 12 Eylül sonrasında Turgut Özal’la görmüş, yaşamıştık. Belki anımsayanlarınız olacaktır. Bu durumu şimdi de Erdoğan’la görüyor, gözlemliyoruz. Erdoğan ne diyor; “Eğer biz gidersek ülke perişan olur” diyor. Başka ne diyor; “Bunu aklımızdan bile geçirmek istemiyoruz” diyor. Otoriter popülist yönetimlerin gelip dayanacakları yer işte tam da burasıdır. Otoriter popülizmin bir adım sonrası korkarım ki faşizmdir. Avrupa’da ve Latin Amerika’da “otoriter popülizm” giderek artıyor. Örneğin 25 Eylül’de İtalya’da yapılan seçimleri de örnek gösterebiliriz. Daha önce Macaristan’da da benzer bir sonuç ortaya çıkmıştır. Sağ, hatta aşırı sağ söylemlerle kurulan otoriterliğe açık, demokrasiye kapalı popülist rejimler yalnızca o ülke halklarının geleceğini değil Avrupa’nın geleceğini de tehdit etmeye başlamıştır. Bir diğer örnek ise Brezilya’dır. Brezilya’da İşçi Partisi, demokratik, halkçı, sosyal refah temelli sol politikalarla 2002’de ve 2006’da yapılan başkanlık seçimlerini kazanmıştı. İşçi Partisi lideri Lula Da Silva iki dönem başkanlık görevini yürütmüştü. Lula’dan sonra bayrağı Dilma Rousseff aldı. İşçi Partisi adayı olarak girdiği başkanlık seçimlerini hem 2010’da hem de 2014’de kazanarak 2010-2016 yılları arasında halkın sevdiği, desteklediği bir başkan olarak görev yaptı. 2018’de aşırı sağcı Bolsonaro, popülist-evangelist politikalarla iktidara geldi. Bolsonaro’nun başkan seçildiği seçimde kadın muhalefet lideri Dilma görevinden alınmış, önceki başkan Lula ise hapse atılmıştı. Gerçek şu ki Brezilya halkı artık bu aşırı sağcı otoriter popülist politikalarla yönetilmek istemiyor. Önceki başkan Lula çoktan hapisten çıktı ve şu an başkan adayı olarak yeniden Brezilya halkının umudu haline gelmiştir. Bu ve buna benzer örneklerden de anlaşılacağı üzere önceki seçimleri de göz önüne alarak yakınımızda ya da uzağımızda olup bitenleri izlemekte, dar alanlara sıkışıp kalmamakta yarar görmekteyim. Bilmem anlatabildim mi?..
Yorum yapın