MEVLANA’NIN ‘KÖRLERİN FİL TARİFİ’ MİSALİ..

Geçenlerde Soner Yalçın bir yazısında örnekleme yapmak amacıyla sanırım, Mevlana’nın meşhur ‘körlerin fil tarifini’ Mesnevi adlı yapıtında şöyle anlattığını kaydetmektedir; ‘Fil aslında bütündür ama kör insanlara “bu nedir” diye sorduğunuzda; biri bacağını tutar “ağaç” der, biri burnundaki hortumu tutar “su oluğu” söyler, biri kulağına dokunur “yelpaze” der… Hiçbiri bütünü tarif edemez; “bu fil” diyemez…

Peki, Soner Yalçın bu Mesnevi’deki Mevlana’nın ‘Kölerin Fil Tarifi’ örneğini niye anlatma gereği duydu ve ben de alıntı yaparak sizlere bu örneği anımsattım? Diye soracak olursanız, hemen açıklayayım. Yaklaşık son bir aydır bence ülkenin yoğun gündeminde dolayı epeyce ‘gereksiz’ olarak gündeme getirildiğini düşündüğüm başörtü/türban konusu kanaatim odur ki, ‘körlerin fil tarifine’ benzemektedir. Erdoğan’da Bahçeli’de, Kılıçdaroğlu’da hatta Akşener’de işi gücü bıraktı, sürekli başörtüsünü konuşuyor, pozisyonuna gelmiş durumdalar. Bu liderlerin hemen hepsi türban/başörtüsüne ‘Anayasal güvence’ getirmenin peşine düştüler. Ancak bu tartışmalar yaşanırken öyle inanıyorum ki, hiç kimse ‘asıl gerçek’ yani Soner Yalçın’ın da belirttiği gibi asıl ‘hakikat’ üzerinde pek durmuyor. Çünkü din felsefesi, yani teoloji,  bu türden konuları gündeme taşıyıp tartışmaya yeniden açmakla ilahiyata yenik düşürülmüş olmaktadır. Benden söylemesi..

Bu sebeple ben diyorum ki; “Kur'an benim” diyen Hz. Ali günümüz Türkiye'sinde yaşasaydı zindana atılırdı! “Allah'ın resulü yürüyen Kur'an idi” diyen Hz Ayşe hapsedilirdi. Hz. Muhammet'in, “İnsan ve Kur'an ikiz kardeştir” hadisi İslam’a gerçekten inananlara ne anlatmaktadır? İslam ne der; “Men arefe nefsehû fekad arefe rabbehû” yani “Sen kendini bilirsen rabbini de bilirsin!” Demektedir. Aslında bu şu demektir; “Aradığım sendedir, Kudüs'te Mekke'de Hac' ta değil” diyen Yunus Emre'nin de yoludur. Şöyle ki: Allah katında tek din vardır. Kur'an, kitap halindeki şekline verilen isimle Mushaf, ayetlerin olduğu kutsal semboldür. Kimi, Kur’an dan okuduğu ayetleri yorumlayarak hakikate ulaştığını düşünür. Kimi, okuduğu ayetlerin “benden içeri girerek beni anla” dediği ruhsal yolculuğa çıkarak insani kâmile ulaşır. İslam peygamberi Hz. Muhammed bir hadisinde “Kur'an'ın yedi boyutu var” diye boşuna söylememiştir. Bu aslında şunu demektir, şunu anlatmaktadır; Dinlerin bir dışta yani zahir görüneni vardır. Dinlerin bir de iç esası yani Batini olanı vardır. Asıl olan içte yatan özüdür. Yani ‘mertebe-i hazreti- Kur'anı’ anlayabilmektir. Bir başka deyişle ‘Her göz onu göremez/ Her insan ona ulaşamaz..’

Bu sadece “Kur'an grameriyle olmaz” Aksi halde Arapça bilen herkes bunu yapabilir. Gramer, metnin en dışı yani zahiri katmanıdır. Buna maddi açıdan bakmak ‘özü anlamak için’ son derece yetersiz kalır. Ana anlam katmanları içeridedir yani Batınidir. Bu nedenledir ki, “Kur'an, Mushafın yani yazılı metnin üstündedir” sözü bu durumun özüdür. Keza ilahiyatçılar iyi bilirler; Furkan vardır, Ümmü'l Kitap vardır, kitapların anası Levh-i Mahfuz da vardır. “Göndermiş olduğumuz kitabı size, kitabın içine koyarak gönderdik” kelamının yani sözünün en derin anlamı da gerçekten budur. Manaya ulaşmak için ‘dıştan içe doğru’ gelişme göstermek gerekir. Dinlerin esası, dışta gözükeni düzenlemekten ziyade, insanı içte yani ‘deruni’ olana ulaştırmaktır. Ancak günümüzde ‘İnanç Dünyası’ denilen alanda ‘İÇ’ ihmal edilerek tamamen ‘DIŞA’ doğru bana göre tehlikeli yöneliş vardır. Örneğin: Politik güç çevreleri/odakları, ‘dışta olana’ el atmayı ‘DİN’ diye gösterme çabası içindedir. Sadece siyasetçiler değil; Allah ile manevi irtibatı olduğunu belirten ‘kıymeti ve kerameti kendinden menkul’ seviyesiz ve manasız, düşük işler peşindeki ‘din tüccarları’ ayetleri cahilce ve kabaca yorumlayarak maddi dünyaya/ günlük yaşama dair akıl almaz sözler sarf etmektedirler. İnanç dünyamızda yol gösterici olması gereken ‘Tevil’ yani ‘yorum makamı’ günümüzde ne yazık ki, bazen basitinden zırvalamalara mahkum edilmektedir. Kimileri de birilerinden aldığı kör cesaretle büyük bir cüretle inançlı bireyler üzerinden ‘İslam engizisyonu kurma’ peşindedir. Merhum Yaşar Nuri Öztürk hocanın deyimiyle sözüm ona ‘Allah'a din öğretiyorlar!.’

Bana göre, kanaatim odur ki, bunlar aslında, ayetlerin ruhunu boğarak, hakikati de bozmakta, İslam'ı ve itibariyle insanı yormaktadır. Kutsal ‘İslam inanış ve anlayışı da’ ne yazık ki, günümüzde görüntünün yani zahirin ötesine geçemez hale getirildi. Beden mefhumu ‘şöyle giyin, böyle giyinme’ gibi sığ bir din anlayışına dönüştürüldü! Başörtüsü de bundan fazlasıyla nasibini aldı. Manevi âlemlere nüfuz edebilen ‘kalp gözüyle’ görmenin ne olduğu inananlara adeta unutturuldu. “Körlerin fil tabiri” gibi, günümüzde ayetleri ‘yüzeysel/sığ biçimde’ yorumlayanlar ‘zahiri gerçekten din sanarak’ başörtüsünü sürekli gündeme taşımaktadır. Gayet açık ve net söylüyorum; Siyasilerin birbirleriyle yarışır olmalarının kuşkusuz sebebi ve gerekçesi vardır; O da nedir biliyor musunuz? “Manevi zırhı- korunağı olmayan zayıf insanları din aracılığıyla aldatıp, kandırmak, bu sayede sandık başına gittiğinde kendilerine oy vermesini sağlamak! Bu amaç ve gaye içindeki siyasetçilere söylenecek tek söz vardır; Sizin seçiminiz, sandığınız, oyunuz batsın!.