DOBRA DOBRA

Bugün dün kaldığım yerden devam ediyorum; Uluslararası sermaye araç olarak kullanılarak bu tür
ülkelere liberalleşmeden başka seçenekleri olmadığı ekonomi, politik bir dille gösterilmeye
çalışılmaktadır. Diğer taraftan liberal bir demokratik sistem kurulduğunda ortaya bu sisteme tehdit
olarak çıkabilecek bütün akımlar, bu süreç içerisinde iktidara gelmekte, getirilmekte ve toplum
tarafından tüketilmektedirler. Bu soft siyasal operasyonlar, yarı kapalı sistemlerde herhangi bir
yetke sahibinin liberal reformları gerçekleştirmeden başarı şansı olmadığından ve de bunların
aslında böyle bir hedef ve programları da bulunmadığından son derece kolay yapılmaktadır. Aslına
bakıldığında büyük güçlerle diğer bir deyişle uluslararası güçlerle gelişmemiş ve gelişmekte olan
ülkelerin, fakir ülkelerle zengin ülkelerin çıkarlarının kısa ve orta vadede çatışmayıp çakıştığı bir
çağı yaşamaktayız. Yani hammadde ve emeğin yoğun olarak kullanıldığı üretim sistemlerinde bir
tarafın zenginleşebilmesi için ötekinin yoksul kalması gerekiyor, en azından zenginleşmesi
gerekmiyordu. Ancak günümüzde durum, biraz fazla, daha doğrusu tamamen farklı hale geldi.
Aslında bilgiyi üretim faktörleri arasında birinci sıraya yerleştiren gelişmiş ülkelerin katma değeri
çok yüksek ürünlerini pazarlayıp daha da zenginleşebilmeleri, yoksulların en az bu ürünleri
tüketebilecek kadar zenginliğe ulaşmalarına bağlıdır. Burada ‘oyun kurucular’ diye adlandırılan
küresel sermayenin dikkat ettiği, diğerlerinin de dikkat etmesi gereken en önemli konu global
düzen içinde kısa ve orta vadede tek tek zenginleşmesi istenen ülkelerin yani NAFTA, AB VE PASİFİK
dışında kalanların yürüttüğü ayrı bloklaşma çabalarının küresel düzenin egemenleri tarafından
şiddetle engelleneceği gerçeğidir. Uzun dönemde Çin veya Rusya çevresinde ya da Türkiye’nin Orta
Asya bölgesinde Türk cumhuriyetleriyle oluşabilecek blok ya da birliklerin hepsi aynı müdahalelerle
karşılaşacaktır. Hatta bu öngörünün ihtimale dönüşmesinin önlemleri şimdiden alınmıştır,
alınmaktadır. 2001’de gerçekleştirilen Afganistan operasyonu ile 2003’de başlatılan Irak
müdahalesine 2010'dan sonraki süreçte Suriye'de başlayan iç savaşın çıkmasına yol açan çatışmalar
bahane edilerek gerçekleştirilen dış güçlerin müdahalesine bir de bu açıdan bakılması
gerekmektedir. İletişim araçlarının gelişmesiyle insanların habere ve bilgiye epeyce kolayca
ulaşabilmeleri ve bunun fiziksel olarak engellenemez olduğu gerçeği, ekonomik anlamda kapalı
yapıları daha fazla sürdürebilmeyi olanaksız hale getirmekte, bunun yerine, açık, özgürlük ve
zenginliği talep eden toplumları açığa çıkartmaktadır. Bu duruma kapalı sistemlerde erk kullanma
kolaycılığına alışmış yetki sahipleri yani ‘muktedir egemenler’ karşı çıkmakta ve bu yaşanan veya
yaşanması istenen gelişmeleri kendi konumlarını kaybettirecek bir tehdit olarak algılamaktadırlar.
Bu tür tepkilere şaşırmamak ve anlayışla yaklaşmak ve karşılamak gerekmektedir. Uzun dönem
üretmeden tüketmeye, hesap vermeden harcamaya, sorumlu tutulmadan yetki kullanmaya, iş
yerine tören, düşünce yerine slogan üretmeye alışmış ve egemen oldukları toplumların yüzde
birlerini aşmayan  üçüncü dünyanın az gelişmiş aydın, bürokrat ve burjuvalarından oluşan
koalisyon güçleri, toplumların önüne koydukları ve hiçbir zaman gerçekleşme olasılığı bulunmayan
sloganlardan ibaret ütopik hedeflerin gerçekleşmeme sorumluluğunu tahvil etmek için periyodik
olarak ve her defasında bir kesimi yanlarına alarak öteki kesimden gerektiği zaman ürettikleri
yapay düşmanlardan farklı olarak, bu kez açık toplumu, daha doğrusu kolayca bloke ettikleri
toplumların açık toplum olma olasılığını gizli ama gerçek düşman olarak değerlendirmişlerdir.
Günümüzde; ‘Siyasal özgürleşme, devletin fonksiyonlarını ve egemenlik alanını yeniden
tanımlayarak sınırlamakta, buna karşın toplumun ve bireyin alanın genişletmektedir. Devlet, tek ve
mutlak buyurgan olma yerine, uluslar üstü, uluslararası, ulusal ve yerel kuruluş ve güçlerle ve
kamu, özel ve üçüncü sektörle işbirliği içinde bu aktörlerden biri ve birincisi olarak yönetim erkini
paylaşarak kullanmaya doğru gitmektedir.’ Tercihe konu olamayacak güç ve boyutta ortaya çıkan
ve insanlığın refah ve özgürlük talepleriyle örtüşen bu küreselleşme olgusu; yeryüzünün ‘Serbest
Pazar’ haline gelmesi sonrasındaki süreçte, insan, toplum ve eşyanın birbirleriyle ilişkisinde 
ekonominin ağırlıklı ve birinci derecede ‘belirleyici unsur’ olarak fonksiyon icra etmesi, üretim ve

istihdam tarzının değişmesi, insanın aşırı bireyselleşmesine ve yabancılaşmasına belki de
kaçınılmaz olarak neden olacaktır!.
Yarın bu konuyu daha da fazla uzatmadan, son sözlerimi, geniş bir değerlendirme şeklinde sizlere
aktaracağım. Bu sütunlarda yine buluşmak umuduyla..