KARANLIKLAR ÇAĞI SONA ERECEK Mİ?.

Buruk, hüzünlü ve hatta yüreğim yanarak anımsıyorum, 1990’lar Uğur Mumcu’nun, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Bahriye Üçok’un, Turan Dursun’un, Muammer Aksoy ve daha bir dizi seçkin aydının öldürüldükleri, Sivas gibi kitlesel katliamların gerçekleştirildiği karanlık bir on yıldı. Yüzlerce insan da doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde kaçırılıp öldürüldü. Bahsettiklerim faili meçhul cinayetlerdi. Dün geride bıraktığımız Ocak ayının 24’ünde gazeteci/yazar Uğur Mumcu’nun 30. Ölüm yıldönümüydü. Dedim ya Uğur Mumcu öldürüleli 30 yıl olmuş, inanasım, onun hunharca katledilişini kabul edişim hala gelmiyor. Uğur Mumcu öncesinde 1990’da Çetin Emeç öldürülmüştü. O’da büyük gazeteciydi. 1990’lı yıllarda adeta bir katliam zinciri örülmüş, Türkiye bir karanlıklar zincirine vurulmuştu. Gazeteci, aydın, yazar, akademisyen cinayetleri peşin sıra hiç durmadı. O yıllarda Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Sivas Madımak otel yangınıyla gerçekleştirilen katliam, bir karanlıklar çağına aydınlarımız peşin sıra ardı ardına kurban edildi. Uğur Mumcu, araştırmacı yazar ve gazeteciliğiyle; cesur, yurtsever, laik-solcu kişiliğiyle; ses getiren araştırmalarıyla, dönemin siyasal ve hukuksal alçaklıklarını hallaç pamuğu gibi atmasını beceriyor, daima karanlıklar dolu gerçekleri ortaya çıkararak, kamuoyunun, yani bizlerin aydınlanmasını, dolayısıyla bilinçlenmesini sağlıyordu. Mumcu, bir anlamda yaşarken ve yazarken geleceği haber veriyordu. Niçin ve neden mi? Elbette daha güzel daha mutlu, barış ve refah içinde bir ülke bir Türkiye için...

Demokrasi, şeffaflık yani saydamlık, hukuk, insan hakları, adalet ve daha mutlu bir halk ve toplum içindi, Uğur Mumcu’nun yaptıkları yani yazdıkları, anlattıkları..

Uğur Mumcu’lar çoğaldığı sürece, Türkiye, hukuk, saydamlık, demokrasi, adalet, Cumhuriyet, ekonomi gelişecekti. Ama Uğur Mumcu’lar yok edildiği sürece de Türkiye karanlıklar çağını yaşamaya devam edecekti. İşte acı gerçek bence budur! Ülke ve toplum üzerinde karanlık ağlar ören bu düzen değişmedi, aksine daha da kötüledi, hepimiz için içinden çıkılamaz bir hal aldı. 1980’lerin, 1990’ların ‘medyayı sindirme, susturma, karartma eylem planı’ AK Parti’nin ve dolayısıyla Erdoğan’ın 20 yıllık iktidar döneminde toplumun yarattığı zenginliklerini talan etme, peşkeş çekme, yasaları ve anayasayı takmama, hatta çiğneme politikaları ile apansız biçimde fütursuzca sürüyor. Bağımsız ve özgür gazetecilik son 20 yıldır ve özellikle 15-16 yıldır büyük baskı altındadır. İktidar gazeteciliği daha genel tanımıyla medyayı adeta tutsak aldı, kimilerini satın aldı, bazılarını içeri aldı yani hapse tıktı, böylece topluma korku saldı. Gazeteci, yazar, aydın kesimi ağır hapis cezaları ile tehdit etmeye devam ediyor. Geçmişte yaşanan büyük felaketler, toplumun ekonomik ve demokratik anlamda ayağa kalkmasını mümkün kılmadığı için, 2002’ten beri iktidarda olan AKP, geçmişin ağır felaketi üzerine büyük bir baskı rejimini rahatlıkla ve engelsiz biçimde oturtmayı başardı. Şimdi önümüzdeki dört ayda hatta üç buçuk ay sonra neler yaşayacağımızı bilmediğimiz bir süreç içinde, seçimlere gidiyoruz. Burada toplum olarak önümüzde iki yol var. ‘Ya aydınlığa yürüyeceğiz. Ya da karanlıkta çakılı kalacağız.’

Yani, ya insan hak ve özgürlükleri, adalet, eşitlik, hukuk, doğa ve çevre, yasa, laiklik, demokrasi, gelişme, güzellik, estetik, çağdaşlık, bilim-teknoloji-sanat hepsini çoğaltacağız, üreteceğiz...

Ya da, toplumu bölen, dışlayan ne varsa daha çok devreye girecek, kadınların, çocukların, yoksulların giderek daha çok ezildikleri daha ağır bir dinci siyasetin ve din devletinin cenderesine gireceğiz..

Böyle olursa; özgürlükler daha çok boğulacak. Daha keyfi ve yasasız ve anayasasız ülkede yaşayacağız. Uğur Mumcu gibileri daha çok baskı altına alınacak. Eleştiriler belki de bağnaz yobazlar ve sözde dindar ve milliyetçiler tarafından tükürüklere boğulacaklar. Ama ben yürekten inanıyorum ki, Uğur Mumcu’lar onun ruhunu taşıyan gerçek yurtseverler, devrimciler hiçbir zaman ölmeyecekler. Çünkü bizler yaşadıkça yaşatacağız...