KADIN HAKLARINA ŞERİAT CENDERESİ..

Geçenlerde bu konuya ilişkin yazdım ama bu kez konuyu daha da genişleterek ele almak istiyorum. İran’da türban/başörtüsü nedeniyle başlayan ve beş ayı aşkın bir süredir devam eden olaylara karşı ülkemizdeki ‘salyalı şeriat sevdalılarının’ tepkisiz, hatta çaresiz, mahcup kalmalarını, İran’da yaşananları bir türlü hazmedemediklerini dikkatle izliyor, gözlemliyorum. Kast ettiğim o salyalı şeriat sevdalılarının sanırım asıl hazmedemedikleri olay, Türkiye’nin, İslam coğrafyasındaki diğer ülkelerden farklı olarak, laikliği anayasasına Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Atatürk’ün değişmez, değiştirilemez bir madde olarak koymuş olmasından kaynaklanmaktadır. O yobaz, gerici güruh yıllar yılı çok rahatsız olsa da Cumhuriyetin kuruluşu ve Medeni Kanun’un kabulüyle haklarına kavuşan Türk kadını, Türkiye’de laik bir ülkenin vatandaşı, yasaların şeriat hükümlerine uygunluğunun arandığı herhangi bir İslam ülkesinin şimdilik değil!. 

 Bugün şeriatla yönetilen ülkelerde yaşayan kadınların durumuna baktığımızda, çok vahim bir manzara ile karşılaşıyoruz. Tarih ilerledikçe kadınlar haklarının peşine daha çok düşüyor ama buna karşılık gördükleri baskı da akıl almaz bir şekilde gün geçtikçe artıyor. Dinin siyasal alana taşınması, her geçen gün vahim sonuçlara neden oluyor.  Bu bölgelerde yani Arap/İslam coğrafyasında şeriatla yönetilen ülkelerde, kadınların sosyoekonomik, yasal ve siyasi haklar bakımından ikinci sınıf vatandaş konumuna itildikleri salt kadınlar açısından değil, toplumun geneli bakımından da acı bir gerçektir. Bu durumun nedenlerine şöyle bir baktığımızda, bu sözünü ettiğim ülkelerle ilgili bazı önemli gerçekler karşımıza çıkmaktadır. Bu ülkelerin bazılarının anayasalarında, “Kadın ile erkek yasalar önünde eşit haklara sahiptir” hükmü yer alsa bile, sonuç olarak o yasaların Mısır örneğinde yer aldığı gibi mutlaka şeriata uygunluğu arandığından, uygulamada bu eşitliği gerçekleştirme olanağı yok gibidir. Çünkü toplumda egemen güç haline gelen sözde dini liderlerin fetvaları, bütün yasalardan daha güçlü bir etki yaratmakta toplumsal baskı oluşturmaktadır. Dinsel kuralların ve hükümlerin baskın durumda olduğu bu toplumlarda genel kabul gören anlayış, erkeklerin kadınlara göre daha üstün olduğu savıdır. Bunun doğal sayılan sonucu olarak da erkeğin birden fazla kadınla evlenebilmesi bu ülkelerde mümkün kılınmakta, mahkemelerde iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına denk sayılmakta, erkek istediği zaman kadını boşayabilirken kadının böyle bir hakkı bulunmamaktadır. Bizde ki gibi erkek egemen toplum yapısı nedeniyle, kadınların görevi, evde kalıp kocasına hizmet etmek ve çocuklarına bakmak olarak algılanmaktadır. Arap/İslam coğrafyasında yer alan bu ülkelerde, halkın çoğunluğunun mezhebi, devletin resmi mezhebi olarak kabul edilmektedir. Bu yüzden, devletin dinini İslam olarak açıklasalar da aralarında uygulama bakımından farklılıklar görülmektedir. Büyük çoğunluğu teokratik düzene dayalı monarşi ile yönetilen bu ülkelerde kadını ikinci plana iten sert ve acımasız uygulamalara tanık oldukça, Türkiye’de Cumhuriyet devrimlerinin kadınlar için arz ettiği önemi her gün yaşayarak bir kez daha yakından hissetmekteyiz. Türk kadınlarının Cumhuriyet sayesinde elde ettiği haklar ve kazanımların yitirilmemesine yönelik bugüne kadar attığı her adımın arkasında ve destekçisi olduğumuzu, Osmanlı devrinde getirilen aslında Türklüğün töresinde ve toplumsal yaşam düzeninde bulunmayan şeriat yasalarını ve toplumsal yaşayış kurallarını kaldırıp laikliği getiren o cumhuriyet devrimleri olduğunu asla unutmamalıyız. Elbette, Türk kadınlarının bugün içinde bulunduğu koşullar, kadın, erkek ayırt etmeksizin her emekçinin koşulları gibi ideal olmaktan çok ama çok uzaktır. Ülkemizde erkek egemen kültürün dayatmaları, toplumun adeta ruhuna işlemiş durumdadır. Bu anlayışın yok edilmesi, kadınla erkeğin eşit koşullarda sosyal ve siyasal yaşama katılımının sağlanması yolunda yapılması gereken daha çok iş, çok yol vardır, kanısındayım. Ancak işin şurası çok kesindir ki, bu yol, mevcut partili Cumhurbaşkanı’nın Başbakanlığı döneminden beri yaptığı gibi kadınlara sürekli “mutlaka üç çocuk doğurmaları gerektiğini” öğütlemek değildir elbette. O yol Atatürk’ün açtığı ‘Çağdaş Aydınlanma’ yolunda ilerlemek için mutlak eğitim vermekten geçmektedir. Toplumun tüm bireylerine özellikle kız çocuğu olanlara anımsatmak istediğim tek bir şey vardır: Kızlarınızı mutlaka okutunuz, iyi bir eğitim almalarına olanak sağlayınız, ve mutlaka her koşulda laikliğe sahip çıkınız!.