Örneğin, sevdiğiniz bir insanı kaybedersiniz, eşinizden ayrılırsınız, işinizi kaybedersiniz, girdiğiniz önemli bir sınavı başaramazsınız, işyerinde atanmayı beklediğiniz pozisyona bir başkası atanır. Bu ve benzeri olaylarda neden kimi insan çöker kalır da kimileri bu olayı daha kolay atlatıp yaşamını normal düzeyde sürdürür? Bir başka örnek daha vermem gerekirse; Almanya’da ve Avrupa’nın genelinde Nazi döneminde yaşanan soykırımdan kurtulanlar yaşamlarını nasıl sürdürmüşler, sürdürebilmişlerdir? İşte tüm bu nedenlerle “Psikolojik dayanıklılık” konusu akademik çalışmaların yıllarca süren konusu olmuştur. ABD Boston’daki Harvard Tıp Okulu’nun Yetişkin Gelişmesini İnceleme Merkezi’nin müdürü George Vaillant 60 yıllık bir dönem boyunca izlenen çeşitli gruplardaki gözlemlerini şöyle açıklamıştır. Buna göre araştırmalar sırasında çeşitli gruplarda yapılan incelemelerin üç konuda çakıştıklarını görülmüştür; Bunların birincisi, “gerçekle yüzleşme kapasitesi” İkincisi, “yaşama verdikleri anlam” Üçüncüsü ise, “yeni yollar arayıp bulma yaratıcılığı” Söz konusu çalışmalar bu üç etkenin “psikolojik dayanıklılık” gücünün temelini oluşturduğunu göstermektedir. Bu noktada insanı üzen, dahası üzmeyi sürdürecek bir gerçekle yüzleşmek epeyce çok zor bir durumdur. Burada kimilerine göre kolay olan, “gerçeklerden kaçmak” ya da bir başka deyişle “gerçeği inkâr etmektir!” Şimdi böylesi durumlara örnek vermek gerekirse; “Biz seçimi kaybetmedik, oylarımızı artırdık.” (Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimler sonrası açıklaması) “Yapılan bu zamlar aslında psikolojiktir.” (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zamlara ilişkin açıklaması) “Benim çocuğum bunu yapmamıştır.” (Çocuğunu koruyan herhangi bir annenin savunması) “Kızım böyle bir şeyi asla yapmaz, ona iftira atıyorlar.” (Kızını savunan bir babanın feryadı) Bu ve benzeri gerçekten kaçışları, gerçeğin inkârlarını hemen her alanda her toplum kesiminde görürüz, yaşarız. Oysa gerçeklerden kaçış, gerçeklerin inkarı sürekli bir korkuyu da besler. O kast ettiğim korku aslında “gerçeğin apaçık ortaya çıkmasıdır!” İşte o kast ettiğim ise yani “Gerçekle yüzleşmek” ise üzücü olaya çözüm bulmanın bence ilk adımıdır. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Evet, biz seçimi kaybettik. Bunu kabul edip anlamalı, sindirmeli ve derhal çözümü aramalıyız.” Demesi gerekirdi. Ya da eşinden boşanmış birinin “Evet, biz boşandık, artık kendi yolumuza gideceğiz, gitmeliyiz. Hayat böyle de devam ediyor” demesi gerekmez mi, elbette ki gerekir!..

Bu türden örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Bence gerçeklerle yüzleşme gerçekten budur, böyle olmalıdır. Geçenlerde yakın dünya tarihini konu alan bir kitapta okudum. Nazi toplama kampında, Auschwitz’de çok zor koşullarda yaşayan Yahudi psikiyatr doktor Viktor Frankl kendine bu soruyu sorduğunu daha sonra anılarında yazmıştır: “Yaşamın gerçekten bir anlamı var mı?” Her gün aşağılanan, her an dövülebilir, öldürülebilir bir yaşamı sürükleyen bir insan yaşamak için neden bulabilir miydi? Viktor Frankl, anılarının devamında bu soruya “Evet bir anlamı var” diye yanıt vermiştir. Yaşamayı sürdürmenin gerçekten bir “anlamı vardır” aslına bakarsanız!.. Çünkü o Yahudi profesör o kamptan kurutulabilirse eğer konferanslar verecek, burada çekilen acıları, burada yaşanan zulmü anlatacak, kitaplar yazacaktı. Yani burada anlatılmak istenen bence ‘insanlığa yararlı olacak çalışmaları için bu yaşadıklarını o an belki de şimdi yaşaması gerektiği gerçeğiydi. Çünkü Dr. Viktor Frankl “yaşamının anlamını” gerçekten biliyordu. O gerçekten 1945 Mayıs’ında o kamptan kurtarıldı ve ‘LOGOTERAPİ’ adını verdiği yeni bir psikoterapi yöntemini kurdu ve geliştirdi. Buna göre; “Yaşama verdiğiniz anlam, çok güçlü bir dayanıklılığın temelidir. Eğer yaşamınıza anlam kazandırıyorsanız o anlam size değer olarak geri dönecektir. Bu da hayatta karşılaştığınız kaybı, uğradığınız başarısızlığı aşmak için güçlü bir basamak olacaktır.”

Bu sayede ancak yeni çözüm yolları bulabilirsiniz. Kadim Çin felsefesinde ‘YİN ve YANG’ kavramları iç içe görünen temel iki kavramdır. YİN; pasif negatif güçtür. YANG; ise aktif pozitif güçtür. Bunun anlamı bence şudur: Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır. Örneğin, başarısız olmuşsanız bu zayıf yanlarınızı görmek için bir fırsattır. Bir kaybınız olmuşsa artık onsuz yaşamayı öğrenmeniz gerekecektir. Yeni yollar, yeni yöntemler, yeni araçlar gelişmenin önünü açan yaratıcılıktır…

Bu işe kafa yoran ve ihtisas yapanların deyimiyle adına ‘BRİKOLAJ’ denilen olgu tam da budur. İnsana alıştığı koşulların bozulması sıkıntı verir ama yine de size yeni koşullar yaratmak için de fırsat verir. O yüzdendir ki ‘yin’ ve ‘yang’ adı verilen kavramlar inanıyorum ki size kötülüğün içindeki iyiliği görme fırsatı verirken iyiliğe karşı da uyarmaktadır. Ama mutlaka onun da içinde bir kötülük vardır, asla unutmayın. O nedenledir ki, ‘PSİKOLOJİK DAYANIKLILIK’ her zaman, her olayda, hepimiz için gerekli olan bir yaşam kılavuzu olmalıdır, kanısındayım. Yaşamın içinde asla kırılmak yok, kaçmak yok, bıkmak yok! Felsefemiz daima düşünerek, arayarak, bularak, kazanmak olmalıdır!..