DOBRA DOBRA

Bazen ‘felsefe nedir?’ diye soranlara Konfüçyüs’ün sözleriyle ‘Derin olan kuyu değil, kısa olan
iptir. İnsanlar olduklarını küçümser, sahip olmadıklarını önemser. Konuşmaya layık olanlarla
konuşmazsanız, insan kaybedersiniz. Konuşmaya layık olmayanlarla konuşursanız, söz
kaybedersiniz. Bilge olan kişi, insan kaybetmez, söz de kaybetmez. Bildiğini bilenin arkasından
gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden
kaçınız.’ şeklinde yanıt veririm..
Çünkü Konfüçyüs’ün yaşadığı dönemde büyük bir karmaşanın hüküm sürdüğü ülkesinde
topluma bir düzen getirmek ve insanları bireysel hayatlarında mutluluğa ulaştırmak için böyle bir
öğreti geliştirdiğini kaydederek bu geliştirdiği öğretinin ana temasının ‘insancıl düzen’ olduğunu
bilecek kadar felsefeden anlarım..
Belki anımsayacaksınız, daha önceki yazılarımın birinde Konfüçyüs’ün öğretisine göre, ‘iyi insan,
ancak dünya bütünüyle uyum içinde yaşayan insandır.’ vurgusuyla birlikte onu sevenleri ve
inananları, yani sadık takipçileri tarafından bugüne taşınan ve milyonlarca insanın hayatında
rehber olan Konfüçyüs felsefesinin temeli kabul edilen özlü sözlerden örnekler vermiştim.
Bugünkü yazımda ise yine Konfüçyüs felsefesine göre; ‘İyi yönetici olmanın sırrı dört yanlıştan
kaçınmak, beş doğruyu uygulamaktan geçer.’ ilkesini onun öğretileriyle dilerseniz irdeleyelim.
Peki, nedir o 4 yanlış ile 5 doğru, diye soracaksınız elbette. Hemen başlıyorum anlatmaya; Dört
yanlış şunlardır:
1-) Nasihat etmeden infaz etmek yani Gaddarlık
2-) Öğretmeden başarıyı ölçmek yani Kabalık
3-) Yönetimde gevşek olup sınırlar koymak yani Art niyetli olmak
4-) Özlük haklarının dağıtımında cimri davranmak yani Bürokrat olmak!.
Felsefeye göre beş doğru ise şunlardır; 1-) Müsrif olmadan eli açık olmak;
2-) Gocunmadan çalışmak;
3-) Haris olmadan istek duymak;
4-) Mağrur olmadan rahat davranmak;
5-) Ürkütücü olmadan saygın olmak.
Tüm bu öğretilerin kapsamında ise insan; ‘Bir şeyin haklı olduğunu bildiği halde o şeyden yana
çıkmazsa, o insan gerçekten korkak demektir.’
‘Felsefe nedir ?’ diye soranlara Konfüçyüs 2 bin 560 yıl önce gereken yanıtları böyle vermiştir. O
nedenle şu özdeyiş çok anlamlı ve önemlidir;
‘Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir!.’
Konfüçyüs’ün bu özlü sözüne bugünün Türkiye’sinde verilebilecek tek karşılık şudur;
“Elden ne gelir, ne yaparsak yapalım, ne söylersek söyleyelim, bizdeki etkin ve yetkin olan,
kudretli egemen olduklarını zanneden birileri, uzun ipin daima kendisinin ipi olduğunu
sanmaktan asla vazgeçmiyorlar, işte bütün mesele bu!.”
Felsefenin ne olduğunu, neye yaradığını uzun uzadıya anlatmaya, felsefenin temeli kabul edilen
Konfüçyüs felsefesine dair bir şey anlatmaya neden gerek gördüğümü bir kez daha yinelemekte
fayda görüyorum; “Ülkemizin içinde bulunduğu siyasi ve iktisadi ortam ve koşullar, maalesef
toplumun önemli bir bölümünde var olduğuna inandığım akıl tutulmasının aymazlık hali ve
sağduyulu bilinç eksikliği nedeniyle Konfüçyüs’ün felsefesinde yer alan ‘Aslında derin olan
kuyu değil kısa olan iptir!.’ şeklinde çok derin felsefe içeren özlü sözün ‘kıssadan hisse

kapılacak, çıkarılacak ibretlik felsefe dersleri de epeyce çoktur’ diye düşünmemden
kaynaklanmaktadır!.”
Yani laf olsun, diye felsefe yapan biri değilim. Felsefe yapıyorsam, yazılarımı felsefe temalı
yazıyor, felsefe içerikli ve de dayanaklı kaleme alıyorsam, biliniz ki mutlaka bir sebebi vardır.
Yazımı felsefi bir fıkra ile sonlandırırsam öyle zannediyorum ki, bazı şeyler çok daha iyi
anlaşılacaktır. Fıkramızın adı; ‘HİÇ OLMAK VEYA OLMAMAK!’ Adını taşıyor;
Kadı’nın huzuruna çıkarılan Bektaşi ile Kadı arasında şöyle bir konuşma geçmiş: “Baba erenler,
koskoca adamsın. Böyle yaşamayı bırakıp kendine bir düzen kurmalısın. Böyle gitmez!” demiş
Kadı. “Nasıl olacak bu iş, Kadı efendi?” Demiş Bektaşi. “Bak beni örnek al. Okudum, çalıştım;
kadı oldum.” yanıtını vermiş Kadı. Buna karşılık “Sonra ne olacaksın, kadı efendi?” Demiş
Bektaşi. “Daha çok çalışırsam, Baş Kadı olabilirim, mesela.” Karşılığını vermiş Kadı. “Sonra?”
Demiş Bektaşi. “Daha çok çabalarsam vezirlik payesine ulaşabilirim.” Demiş Kadı. “Sonra?” diye
yinelemiş Bektaşi. “Daha da çok gayret edersem şeyhülislamlığa kadar yükselebilirim.” Demiş
Kadı. “Peki ya, ondan sonra?” demiş yine Bektaşi. “Veziriazam bile olabilirim.” Yanıtını vermiş
Kadı. “Ya sonra, ya sonra?” Demiş Bektaşi yine. “Hiç, O kadar işte. Padişah olacak halim yok
ya!” demiş ve bitirmiş Kadı. “Tamam, işte kadı efendi. Ben, senin büyük çabalar harcadıktan
sonra yine de bir ihtimal ulaşabileceğin yerdeyim. Yani ben bir ‘hiç’im. Dolayısıyla uğraşmama,
düzenimi değiştirmeme gerek yok ki!” Diye son sözünü söylemiş Bektaşi..